Türkiye Çelik Üreticileri Derneği (TÇÜD) Genel Sekreteri Veysel Yayan, özellikle enerji zamları ve ithalat politikasının sektörü çok zor durumda bıraktığını belirtirken, “sözün bittiği yerdeyiz, bıçak kemiğe dayanmadı, artık kemiği kesiyor” dedi. Enerji politikalarının ihracatı engellediğini ifade eden Yayan, ABD ve AB’nin korumacı politikalarından kaçan dünya çelik sektörünün, Türkiye’ye elini kolunu sallayarak girdiğini söyledi. Ankara Sohbetlerine konuk olan Yayan, Avrupa Birliği’nin de çelik ticareti konusundaki politikalarına sert eleştiri yöneltti.
Sektör 2022 yılını nasıl geçirdi?
2021’de yüzde 12.7 büyüme yaşanırken, tüketimde de yüzde 12.3 civarında artış oldu. Geride bıraktığımız 2022’de ise yüzde 10’un üzerinde büyüme performansı bekliyorduk. Ancak önce İran’ın boru hatlarını öne sürerek doğalgazı kesmesi üretimimiz 7-8 gün durmasına yol açtı. Ocak’ta üretimde düşüş yaşadık ama bunun geçici olduğunu düşünüyorduk ki Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gündeme geldi.
Ağustos’ta da sadece bizim sektörde bir kesinti oldu. Zaten enerjide sıkıntı olduğu zaman ilk başvurulacak kaynak çelik sektörü olarak görünüyor, bu da bizim için handikap yaratıyor.
Ayrıca savaş bizim öngörülebileceğimiz bir mesele değildi. O kadar değildi ki işgal sırasında Ukraynalı yöneticiler bile bunu bir sınır harekâtı gibi gördüler.
Batı ülkeleri, başta ABD olmak üzere, bunun çok derin bir anlaşmazlığa dönüşmesi için özel bir gayret gösterdi. Mesele Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş olmaktan çıkıp, ABD ile Rusya’nın ve AB ile Rusya’nın hesaplaştığı bir savaş haline geldi.
Savaşın etkisini en çok nerede hissetti sektör?
En temel olumsuz etkisi enerji fiyatlarında oldu. Enerji maliyetlerinden en çok Avrupa ve Türkiye etkilendi. Çin ve Hindistan bizim yüklendiğimiz enerji maliyetini üstlenmedi. Ağustos’ta enerjiye bir gece ansızın yüzde 50 zam yapıldı. Bir gecede doğalgaz 1400 dolara çıktı. 22-23 cente çıktı elektrik enerji fiyatlarımız. Avrupa’da doğalgazın birim fiyatı 2 bin dolardı, şimdi 740 dolara kadar düştü. Bizdeki düşüş yüzde 16 ile sınırlı kaldı.
DTÖ ile de çok uğraşıyorsunuz, burada biraz mesafe alındı galiba?
2018’de Trump 370 milyar dolar ticaret açığı verdiği Çin’e karşı tedbir alırken, bizi de sepetin içine attı. Oysa bize karşı açığı yok, aksine fazla verdiği ülkeler arasında yer alıyoruz. Biz onun kalkması için girişimde bulunalım diye konuşurken, Rahip Brunson olayı geldi, bir anda veri oranı yüzde 50 daha artırıyorum dedi. Bu basit kasaba politikası üslubu içinde yapıldı.
ABD mahkemelerine götürdüğümüzde iptal edildi, geri kalan kısmını DTÖ’ye götürdük. Ardından AB de kotalar koydu, bizim rakamları önce yarıya, sonra dörtte bire düşürdüler. Bunu yaparken de bizim en düşük ihracat yaptığımız dönemi esas aldılar. Nisan’da AB’nin uygulamasının DTÖ kurallarına aykırı olduğuna dair bir karar çıktı. Aradan 5 yıl geçti, artık buna reaksiyon gösterilmesi lazım dedik. Netice itibarıyla Avrupalılar bu yılın ikinci yarısında bize 5-6 ay süre verin, inceleyeceğiz dediler. En son 18 Ocak dediler, halen ipe un seriyorlar.
Gelişmiş ülkeler DTÖ’yü kendi çıkarları olduğunda oradan aldıkları kararlarla yönlendirdikleri ölçüde kabul ediyorlar, aleyhlerinde bir karar olduğunda DTÖ’yü tanımadıklarını söylüyorlar. Moral bozucu bir durum var geldiğimiz noktada, piyasa mekanizmasının kurucu aktörleri piyasa mekanizmasının işlememesi için her türlü adımı atıyorlar.
“AB sürekli faul yapıyor, 2009’da rapor gönderdik hala cevap yok”
Avrupa ile aramızda bir STA var. Gümrük Birliği’nde de ürünlerimiz var ama ağırlıklı STA içinde var. Bu ikili yapının ortadan kalkması ve hepsinin bir yerde toplanması lazım. STA’nın aslında biz Türkiye’nin Avrupa Birliği piyasasının bir parçası olmasına izin verecek bir yapı olarak görüyoruz. Şu anki hem STA hem GB anlaşması Avrupa’nın bir taraftan olumlu imkanlarından yararlanırken, diğer taraftan da sürekli faul yapmasına imkan veriyor. Ben Avrupa’nın yaptığı hiçbir şeyin samimi olduğuna inanmıyorum. Çelik sektörünün kendi kendisini yapılandırmasına imkan vermek için ilave 5 yıl süre tanıyacağız dediler. Avrupa’dan bir İspanyol şirketi geldi, çalıştık, 2001’de dediler ki 2002’de yeni doğmuş bir çocuğunuz olacak ve tertemiz çelik sektörü oluşturacaksınız dediler. Çalıştık, rapor gönderdik, düzeltme vs istediler. 2009’da son raporumuzu gönderdik, 13 yıldır cevap yok. Bizi ortak gibi değil, hasım gibi görüyorlar. Bize karşı koruma tedbiri alıyorlar. Bizi devreden çıkardınız. Kim kazandı? Bir baktık Tayvan, Çin devreye girdi, Rusya girdi. Japonya, Hindistan devreye girdi. Peki neden bizi devreden çıkarmak için bu kadar uğraşıyorsunuz. Biz sizin partneriniz değil miyiz?
“Bir gece ansızın yüzde 50 zam olmazsa Avrupa’daki ağırlığımızı sürdürürüz”
Makine sektörümüz son derece gelişmiş. Dünyanın her ülkesine ihracat yapabilen bir sektör. Dolayasıyla böyle bir ülkeyle işbirliği yapmak Avrupa’nın da işine gelir. Çelik sektöründen yararlanın, bir gece ansızın fiyatlara yedirmemiz mümkün olmayan oranda, yüzde 50 oranında zam yapmazlarsa, biz Avrupa’da her zaman belirli ağırlığı olan sektör konumumuzu sürdürürüz. Hemen belirtmek gerekir ki makine sektörünün girdilerinin yüzde 70-80'ini de çelik oluşturuyor. Zaman zaman Avrupa ciddi ihracat yapıyor Türkiye’ye. Belirli miktarda üretiyorlar, tüketmedikleri zaman stoktaki ürünleri Türkiye’ye dampingli fiyatlar ile gönderiyorlar. Zaman zaman acil ihtiyaçları olunca bizden istiyorlar. Çin’e sipariş verseler, 2-3 ayda anca geliyor. Yanı başınızda güçlü, sizin sanayisini destekleyebilecek, ihtiyaç halinde sizin de ihracat yaparak kendi sektörünüzdeki fazlalıkları dengeleyebilecek bir yapı olmasından ne zararınız var, niye bizi resmin dışında tutmaya çalışıyorsunuz?
“Bir taraftan hurda ihracatını engelleyip, öbür yandan nasıl vergi isteyeceksin?”
Bizim Avrupa ekonomisi ile yeşil mutabakat çerçevesinde de tam entegrasyon içinde olmamız gerekiyor. Başlangıçta Avrupa bize; “Dünyanın buna ihtiyacı var. Siz de AB adayı olarak bu işe girin, çok önemli” dedi. Biz çelik sektörü olarak Yeşil Mutabakata olumsuz bakmıyoruz. Sistemin parçası olmak istiyoruz. Ancak Eurofer bunu istismar etmeye çalışıyor. “Eurofer Avrupa semalarını temiz tutmak için son şansımız, hurda ihracatı engellenmeli, Avrupa içinde kullanmalıyız” diyor. Ben de OECD toplantısında; “Yeni bir terminoloji gelişti. Biz şimdiye kadar semaları dünya ülkelerinin ortak paylaştığı yer olarak biliyorduk, Eurofer’den anlıyoruz ki Avrupa’nın ayrı seması varmış” dedim. Gülüştüler. Evet! Hurda ihracatını yasaklamak için gülünecek argümanlar kullanılıyor. Diyelim ki yasakladınız, sonra kalkıp gözümüzün içine baka baka Avrupa’dan hurda almayı yasakladık ama siz emisyon açısından iyi duruma gelemediğiniz için vergi uygulayacağız….Bir taraftan hurda ihracatını engelleyip, diğer tarafından bizden vergi nasıl isteyeceksiniz? Bizim çabalarımızı daha başından engelliyorsunuz dedik.
Yeşil dönüşüm çalışmaları hangi aşamada?
Biz esasen ağırlıklı olarak hurdadan üretim yapıyor olduğumuz, entegre tesis ağırlıklı olmadığımız için zaten düşük emisyon salıyoruz. Ancak, entegre tesislerimizin de bu konuda çalışmaları var. Ark ocaklı tesislerimizin sadece prosesleri değil, kullandıkları elektrik enerjisini de yenilenebilir enerji olarak tedarik edebilmek için girişimleri var. Bütün çatılarını güneş enerjisiyle kaplaması, Türk Sanayii için de örnek uygulamadır. Enerji maliyetine önemli katkı sağlıyor firmaların bu üretimi. EPDK’nın ihraç fazlası üretimin satışını önleyen kararı çok yerinde. İhtiyacın kadar üret diyor, bu yüzden EPDK’yı çok eleştirdiler. Düşünün ki ticari yatırımlar yapanlar sadece enerji ticaretini yapacak. EPDK’nın bu kararında, yer tahsisinde Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın aldığı kararı da son derece yerinde görüyoruz.
“2023’te şartların daha iyi olmasını umuyorduk ama yanıldık”
2023 yılında şartların daha iyi olmasını bekliyorduk ama 2022’nin Aralık ayı ve 2023 Ocak ayı beklentilerimizin hafifçe kararmasına yol açtı. Hâlâ elimizi ayağımızı bağlayan prangaların çözülmedi. İki beklentimiz var, birincisi yüksek enerji maliyetinin makul seviyeye, hiç olmazsa Avrupa seviyesine indirilmesi. Bir de AB’de kayıpları telafi etmek için sektöre ciddi kaynak tahsisi var, bizde yok. İkinci husus, yurt içi tüketim içindeki ithal girdi payı yükselince Avrupa kıyameti koparıyor, bizim de o hassasiyet içinde olmamız lazım. Bizim ABD’ye göre nasıl bir imkânımız var, ekonomimiz mi daha güçlü, neden çelik sektörünün stratejik sektör olduğu gerçeği ihmal ediliyor? Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Ben bu sektöre 25 yıl önce girdim. En eski tesis 82 yıllık. Nesiller boyu devam eden bir çalışmanın ürünü olarak bu kuruluşlar ortaya çıkıyor. Bu kuruluşları çelmeleyip dizi üstüne çökertmek kolay ama ayağa kaldırmak aynı ölçüde kolay değil.
“Sözün bittiği yerdeyiz”
Burada artık çelik sektörü alarm veriyor, sıkıntıda filan demiyoruz. Biz alarm durumunu, bıçak kemiğe dayandı durumunu geçtik. Bıçak kemiği kesiyor. Yüzde 51 kapasite….rakamın bu kadar keskin konuştuğu ortamda hangi sözü söyleyebilirim. Sözün bittiği yerdeyiz. Bugün iktidarıyla muhalefetiyle seçime odaklanmış, vaatlerde seçim ekonomisi kurallarını geçerli olduğu bir süreçteyiz. Bu dönem geçici, biz bu seçim döneminde beklentilerimizi çok yüksek tutmuyoruz. Olağanüstü bir şey istemiyoruz, bizi ayağa kaldıracak, rekabet etmeye imkân sağlayacak ortamda ihracat yapabilelim, tesislerimiz durmasın, tam kapasiteyle olmasa da 2022 deki ürettiğimizi üretebilmektir.
Enerji zamları bizi dizlerimizin üzerine çökertti
Zaten çelik sektöründe şartlar olumsuz zeminde gidiyordu. Enerji zamları bizi dizlerimizin üzerine çökertti ve ihracatımız tamamen durma noktasına geldi. İhracattaki yüzde 20 olan düşüş önce 30, sonra 33, en son yüzde 40 seviyesine ulaştı. İhracatın yüzde 40 gerilemesi ne demek? Uluslararası piyasada rekabet edemiyorsunuz. İhracat bu kadar gerilerken bir de baktık ki 11 aylık ithalattaki düşüş sadece yüzde 4 seviyesinde kalmış. Yurtiçi tüketimde ithal girdi payı olağanüstü yüksek. Yassı ürünlerde yüzde 50 civarında.
Türkiye’de havagazı yok ama yüzde 1 vergi ödüyoruz!
Bizde kamu kesimi bir yerden gelir elde etmeye başladığında, o gelirin elde edilmesi için ileri sürülen gerekçeler sonradan unutuluyor. Gelir kalıcı bir hale dönüşüyor ve o kamuya gelir sağlamanın doğal bir yolu olarak görünüyor. 1999 depreminde getirilen vergilerde de bunu yaşamıştık. Bizde bir havagazı vergisi var, çelik sektöründe doğalgaz olmadığı zaman havagazı fabrikaları vardı, o zaman konulmuş vergi. Havagazı ortadan kalktı ama vergisi hâlen devam ediyor. Yüzde 1 civarında vergi ödüyoruz.
“ABD ve AB’ye satılamayan çelik Türkiye’ye giriyor”
OECD’de Avrupa Çelik Derneği (Eurofer) temsilcisi ithal girdi payının yüzde 18’den yüzde 21 gibi olağanüstü seviyeye yükseldiğine yönelik bir açıklama yaptı. O da bir şey mi? Bizde yüzde 50’lerde seyrediyor. Ancak biz onların çıkardığı gürültüyü çıkaramıyoruz. Böyle olunca Türkiye dünyada kendisine yol arayan çelik üreticilerinin cenneti gibi bir ülke oldu. İthalat açısından, dünya çelik sektörünün elini kolunu sallaya sallaya girdiği bir ülke oldu. ABD’ye giremiyor, koruma tedbirleri var. AB’ye giremiyor kota ve vergiler var. Türkiye’ye ise girebiliyor. Benzer bir durum Rusya’da da söz konusu oldu. Şimdi Rusya yaptırımlar yüzünden ABD’ye Avrupa’ya satamadığı ürünleri Türkiye’ye satmak için her türlü çareyi arıyor. Özellikle son iki ayda üretimde yüzde 30 civarında düşüş var. Bu da Kapasite Kullanım Oranının yüzde 51 seviyesine düşmesi anlamına geliyor. Bizim normalde KKO yüzde 75’tir. Aralık ayının rakamları henüz belli değil ama benzer eğilimin Aralık ve Ocak ayında da devam edeceğini düşünüyoruz.
“Çelik sektörü kendisini yalnız hissediyor”
Nuri Bilge Ceylan ödül alırken, güzel ve yalnız ülkem için demişti. Biz de güzel ve Türkiye’ye çok özel katkısı olan çelik sektörünün yalnızlığı duygusu içinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. . Biz neden bu duruma düştük? Bir gece ansızın %50 oranında enerji fiyatına zam yapılması, enerji girdi maliyetinin toplam içindeki payının %8’den %28’e çıkarılması sonrasında, o zamları fiyata yediremediğimiz için piyasadan çekilmek mecburiyetinde kalmaduruma düştük. 2023’e de karamsar bir şekilde giriyoruz. Birkaç üretici kuruma son durumları sorduk, Aralık için karamsar sonuçlar çıktı, Ocak itibarıyla da vardiya sayısının azaldığını, düşük kapasite ile çalıştıklarını duymak beni üzdü.
“İhracatı engelleyen bir enerji politikası"
İhracatı engelleyen bir enerji politikasıyla karşı karşıyayız. Biz sadece kendi enerji bedelimizi ödemiyoruz. Enerji fiyatı belirlenirken, doğalgaz fiyatına dayalı bir fiyat belirleniyor. Size en pahalı türden üretilen enerjinin maliyeti yükleniyor, bu da yetmiyormuş gibi özellikle doğalgaz fiyatında başka sektörleri finanse ediyorsunuz. Çünkü yüzde 40 ilave fiyat geliyor. Hem elektrik enerjisi piyasa takas fiyatıyla firmalara ödenen arasındaki fiyatı tüketicinin sırtında bırakan politika, hem de doğalgazda sektörel kaynak transferine yol açan fiyatlamalar içinde bulunduğumuz zor şartları yansıtmıyor. Böyle olunca da bizim sektör bunu kaldıramıyor.
“Destek görmeyince, destek veremiyoruz”
Ekonomi politikası bize destek vermeyince biz de ekonomi politikasına destek veremiyoruz. Ortada ihracata dayalı bir model var diyoruz ama bizim ihracatımız düşüyor. Eğer böyle model varsa ihracatı artırıcı ithalatı daraltıcı tedbirlerin alınması gerekmez mi? Son zamanlarda döviz kuru üzerinde ciddi baskı var. Eskiden de enerji fiyatlarında artış olurdu, artış olduğu zaman ilk ay enerjinin maliyetler içindeki payı çok yüksek olurdu. Sonraki aylarda döviz kurları da attığı için enerji maliyetlerinin döviz cinsinden toplam maliyet içindeki payı bir noktada kalıyordu. Şimdi enerji maliyetlerinin döviz cinsinden maliyeti bir çıktı, döviz kurları sabit seyrettiği için, çıktığı seviyeden inmiyor.
Kaynak :EKONOMİM
Maruf BUZCUGİL, Hüseyin GÖKÇE - ANKARA
. . .
İçerik sadece atıfta bulunularak yayınlanabilir:
Sivas İş Dünyası. Editöryal görüş, yazarın
görüşüne aykırı olabilir.