Son zamanlarda etrafımda bir konu hakkında eyleme geçmek için bekleyen hatta daha doğrusu eyleme geçmemek için kendince haklı sebepleri olan o kadar çok insan görmeye başladım ki; bu beni, “beklemek” üzerine düşünmeye sevk etti. Üzerinde biraz düşününce hayatımızda beklediğimiz anların o kadar çok olduğunu gördüm ki; neden beklediğimizi bilmediğim bu davranış hatta alışkanlığın bazı örneklerini, nedenlerini bu yazıda birlikte sorgulamak ve bizi mevzu bahis aksiyona koyulmama halinden vazgeçirmek adına farkındalık oluşturmak için aşağıda sizlerle paylaşmak istedim;
Uyanmak için çalar saatin çalmasını bekleme!
Kitap okumak için sessiz ve huzurlu bir tatil ortamını bekleme!
Zor bir işe başlamak için iyice dinlenmeyi bekleme!
Katma değer üretmek için talimat bekleme!
Fikrini söylemek için sorulmasını bekleme!
Başarmak için sonunda mukafat bekleme!
Kıskanmadan takdir etmek için aynı takımda olmayı bekleme!
Ders almak için hata yapmayı bekleme!
Ayağını yorganına göre uzatmak için krizi/ayazı bekleme!
Satış yapmak için piyasanın açılmasını bekleme!
Daha pazartesi gününden hafta sonu tatilini bekleme!
Çalışmak için dinlenmeyi bekleme!
Dinlenmek için yorulmayı bekleme!
Tatil yapmak için daha sonbahardan yaz mevsimini bekleme!
Zayıflamak için hafta başı diyete başlamayı bekleme!
Spor yapmak için hafta sonunu bekleme!
Sevdiğini söylemek için ilk onun söylemesini bekleme!
Evlenmek için kusursuz birinin karşına çıkmasını bekleme!
Çocuk sahibi olmak için kariyerinde boşluk oluşmasını bekleme!
Kavuşmak için ayrılığı bekleme!
Özlemek için aklına gelmesini bekleme!
Değerini bilmek için kaybetmeyi bekleme!
Aramak için aranılmayı bekleme!
Affetmek için özür dilenmesini bekleme!
Merhaba demek için karşına tanıdık birinin çıkmasını bekleme!
Gülmek için sebep bekleme! Ağlamak için acı çekmeyi bekleme!
Yaptığın iyilik için karşılık bekleme!
Teşekkür etmek için fayda bekleme!
Kan kardeş olmak için bir yerinin kanamasını bekleme!
Sınava çalışmak için son geceyi bekleme!
Para kazanmak uğruna harcadığın sağlığını tekrar satın almak için onu kaybetmeyi bekleme!
Hayal kurmak için uyumayı bekleme!
Uzun bir yola çıkmak için ilk adımı bekleme!
Özgürlük için esareti bekleme! Yaşamak için yaşlanmayı bekleme!
Demir almak için rüzgarı bekleme!...
Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Gördüm ki alacağımız aksiyonları hep bir sebep veya koşula bağlar olduk. Hem de öyle birbirine bağlıyoruz ki, sonunda bizi eylemsizliğe geçirecek şartlar vagonlarından oluşmuş atalet veya diğer adıyla eylemsizlik treni inşa ediyoruz değme mühendislere taş çıkaracak. Yalnız bu trenin klasik trenden en büyük farkı, bu tren bir türlü hareket etmiyor, ettirmiyoruz. Hayallerimiz mi ağır yoksa enerji için yakacak kömür yerine geçen yeterli arzumuz mu yok? Yoksa bulunduğumuz istasyonu çok seviyor ve ayrılmak mı istemiyoruz? Neden bir insan sonunda faydalı olacağını düşündüğü bir eylem için harekete geçmez? Nedir kendini aksiyona geçmekten alıkoyan?
Yukarıdaki örneklerin ortak özellikleri, sonucunun bizim için faydalı olacağını bilmemize rağmen bu eylemleri hayata geçirmemizde bize engel teşkil eden, sözüm ona kendimizce sebeplerimizin olması ve bu şekilde isteklerimizi hayata geçirmeyi yani hayatımızı hakkıyla yaşamayı hep ötelememiz.
Bu vakalarla karşılaştığımda tek sorduğum soru ulaşmak istediğimiz hedefi , tamamlamak istediğimiz bir projeyi veya gerçekleştirmek istediğimiz bir talep veya hayalimizi gerçekten istiyor muyuz? Yoksa sadece o anda kendimizi iyi hissetmek için mi istediğimizi söylüyoruz? Yani kendimize yalan söylemiyor fakat kendimizi açıkça kandırıyoruz. Bu isteyip de yapılmayan taleplerin , insanda farkında olmadığı bir özgüven eksikliği yarattığını ve bahsettiğimiz vagonlar gibi isteyip de gerçekleştirilemeyen hayallerin uzun bir şekilde birbirine bağlı kalarak istasyonda hiç yola çıkmayacak şekilde beklemesine neden olduğunu biliyor muyuz? Ve daha da kötüsü bize hayal kurmayı unutturduğunu...
Oysa gerçekten istemek , bizi yataktan her sabah büyük bir şevkle kaldıracak bir hayalimizin olması ve onun peşinden yorulmadan koşmak , bizim kendi istasyonumuzdan ayrılarak yeni diyarlar keşfetmemizi ve dahası atalet/eylemsizlik trenine binmememizi sağlayan en değerli reçetedir, ister aç ister de tok karnına alınan. Hayallerimizin peşinden bahane oluşturmadan gittiğimizde yani içimizdeki bu kişisel ataleti yendiğimiz anda, zaten işin yarısını başarmış oluyoruz. Kalan yarısı ise çok çalışmak ve iyi hedef belirlemekle kendiliğinden gelecektir. Bunları sadece ben söylemiyorum, bakın değerli düşünürlerin paylaştıklarına;
“En uzun yol bir adımla başlar.” Sun Tzu
“Başarı yolundaki sürat, isteğin şiddeti kadardır. İsteklerimiz uyanınca ayaklarımız hafifler.” Dale Carnegie
Hayatın gerçek amacı bilgi değil, eylemdir.” Henry Ford
“Hayatta bütün başarılarımı, her zaman ve her işte bir çeyrek saat önce harekete geçmeme borçluyum.” Oscar Wilde
“Başarının temeli kendini eyleme geçirebilmektedir.” Mümin Sekman
“Eylem ile birleştirilemeyen bir fikir, işgal ettiği beyin hücresinden daha fazla büyüyemez.” Arnold Glasow
İnanın bu özlü sözlerden çok daha fazlasını yazabilecek örneklerim vardı. Tüm bu insanların eyleme geçmenin önemini vurgulayan bu inanışlarında hatalı olmaları, elde ettikleri başarıları gereği beklenemez. O halde biz de neden kendi başarı hikayelerimizi yazmak ve kendimizi gerçekleştirmek için eyleme geçmiyoruz?
“Unutmayınız ki; hayat, bir kenarda oturup boşa bekleyecek kadar uzun; başarı ise hiçbir şey yapmadan bekleyene verilecek kadar ucuz değildir.”
Tıpkı trafik polislerinin taksicilere ya da hava alanlarında duraklayan araçlara seslendiği gibi;
BEKLEME YAPMAYIN ! BEKLEMEYİN! YAPIN! Saygılarımla,