Tek Kural Var: Kural Yok !
17 Mayıs 2017 gecesi. Yorucu bir yurt dışı seyahatinden döneli henüz dakikalar olmuştu. Özellikle uzun iş seyahatlerinden dönüldüğünde, insan ülkesine bir başka özlemle dönüyor. Bildiği kültüre, tanıdığı ve sevdiği insanlara, tıpkı küçükken ebeveynlerinin yatağına usulca sızan sevgi arsızı bir çocuk…
17 Mayıs 2017 gecesi. Yorucu bir yurt dışı seyahatinden döneli henüz dakikalar olmuştu. Özellikle uzun iş seyahatlerinden dönüldüğünde, insan ülkesine bir başka özlemle dönüyor. Bildiği kültüre, tanıdığı ve sevdiği insanlara, tıpkı küçükken ebeveynlerinin yatağına usulca sızan sevgi arsızı bir çocuk hissiyatı ile kavuşuyor. Öyle ki, pasaport kontrol gişesindeki polis memurunun pasaportuma vurduğu mührün çıkardığı ses bile, sanki memleketime özgü folklorik bir melodi gibi gelmişti kulağıma ve de beni serbest daldığım derin düşüncelerimden uyandırmaya yetmişti.
Henüz havaalanının keşmekeşinden yeni kurtulmuş ve gecenin her zaman yabancıladığım mülteci karanlığında arabamla aşina olduğum yola koyulmuşken, daha bitmemiş haftanın geri kalan önemli gününü düşünmeye başlamıştım bile. Ertesi günü, yani 18 Mayıs 2017 Perşembe gününü. Rotamı, eve gitmek yerine günler öncesinden belirlediğim ve öncesinde rezervasyonumu yaptırdığım, fabrikamıza yakın, E5 otoyolu üzerindeki küçük olmasına rağmen bir o kadar da sıcak otele kırdım. Dıştan görünüşü oldukça sıradan bir bina olmasına karşın, samimi personelinin kalbe dokunan güleryüzlerinin ve de 5 yıllık anılarımın ısıttığı, yerel bir oteldi burası. Aslında otele de ertesi güne hazırlanmak için gidiyordum doğrusunu söylemek gerekirse, dinlenmek için değil. Zira buna vaktimin olamayacağını pekala biliyordum.
Gece yarısından sonra varabildiğim otelde bana ayrılmış olan 111 numaralı her zamanki odamın anahtarını almak için resepsiyona doğru ilerlediğimde, otelde resepsiyonist dahil herkesin uyuduğuna emindim. Üzerinde ilkokuldaki sınıf numaramın yazılı olduğu anahtarımı kendim alıp, sadece ertesi günün hazırlıklarının kafamda dile gelen gürültüsü ile sessizce odama gitmek üzere merdivenlere yöneldim. Herkesin uyuyor olması, uyku ile olan savaşımda beni daha da güçsüz kılıyordu. Sanki herkes düşman saflarına katılmış, bense uykunun işgaline karşı tek başıma direniyordum. Fakat beni bu savaştan galip çıkaracak çok güçlü bir neferim vardı ki, o da ertesi gün ilk defa uluslararası düzeyde organize ettiğimiz , paydaş günümüzün olmasıydı.
Odamda arkadaşlarımın önceden hazırlamış olduğu taslak sunumu incelerken , bir taraftan yapacağım revizyon ve ilaveleri tasarlıyor, diğer taraftan da yapacağım konuşmayı hayal ediyordum. Yani 2 farklı dünya arasında güzel bir yolculuğa çıkmıştım; hayallerim ve de ona ulaşmak üzere kurguladığım azim kokan cümlelerim. Kurduğum hayalin etkisi ile sunumun tasarımını daha verimli yaptığımı görüp, kah gözümü kapatıp kendimi onca insanın önünde sunum yaparken buluyor , kah açıp sunumda söylediğim cümlelerimi unutmadan hızlıca not ediyordum. Nasıl geçtiğini anlamadığım gecenin, vardiyasını sessizce gündüze devrettiğini odanın koyu renkli perdesinin arasından sızan ışık demetlerinden idrak edebilmiştim. İşte o anda yorulduğumun da farkına varmıştım. Işığın sadece etrafı değil, bedenimdeki yorgunluğu da gün yüzüne çıkardığını hissedebiliyordum. Kendimi, yorgunluğumun gün ışığı ile ortaklaşa bestelediği ninninin melodisine dikkat kesilerek, o saate kadar hiç bozulmamış olan soğuk yatağa bıraktım.
Sadece 45 dakikalık dinlendirici bir uykudan telefonumda kurduğum alarmın sesi ile uyanabildim. Zira bu kadar kısa süreli bir uykudan biyolojik olarak kendi başıma uyanamayacağımı bilecek kadar kendimi tanıyordum. Sunumumun üzerinden bir defa daha hızlı geçip, giyindikten sonra sunumun yapılacağı salona doğru yola koyuldum. Fabrikamıza birkaç dakika mesafedeki Organize Sanayi Bölgesi yönetimine ait büyük ve mimari ödül almış güzel bir konferans salonunu organize etmiştik. Salona vardığımda ekip arkadaşlarımın en az benim kadar heyecanla bakan ve de aşina olduğum gülen gözlerini görmek beni biraz daha rahatlattı. Ne de olsa insan, sevdiği ve güvendiği dostları yanında olduğunda her zorluğun üstesinden gelebileceğine inanan ve en değme yapay zeka uygulamasına taş çıkartacak doğal bir yazılıma sahipti. Son hazırlıkları, birlikte çalışmaktan zevk duyan ve ailem gibi gördüğüm ekibimizle kontrol ettik. Kısa bir prova ve misafirlerin karşılanmasının ardından sırası ile sunumlar başladı. Ve tabii ki sırası gelince benimki de…
19 ay sonra, Aralık 2018… Tesadüfen fabrikamızda karşılaştığım bir tedarikçimizin değerli yöneticisi ile hoş bir sohbete koyuluyoruz. Son günlerde alışagelindiği üzere ülkemizin içinde bulunduğu çetin şartları ve bu şartlardan mümkün olan en az kaybı vererek çıkabilmenin yolları hakkında karşılıklı görüşlerimizi paylaşırken, aşina bir cümle çıkıyor tedarikçimizin yöneticisinin tebessüm ile süslediği dudaklarının arasından;
Tek kural var; kural yok!
Ve arkadan devam ediyor 18 Mayıs 2017 tarihindeki sunumumuzdan aklında kalanları sıralamaya.
İlk defa geniş katılımlı ve de uluslararası düzeyde yaptığımız paydaş günü organizasyonumuzun bitiminde yerli ve yabancı birçok tedarikçimizden başarılı bir organizasyon olduğuna dair aldığımız geri beslemeler ve fabrika müdürümüzün tebriği bizi o dönem oldukça mutlu etmişti. Fakat 1,5 seneden fazla bir süre geçtikten sonra bir tedarikçizimin sunumumuzdan aldığı mesajları içselleştirip, kendi kurumunda stratejik düzeyde temel alınan bir fikir olarak benimsetmesi, organizasyon sonrası sıcağı sıcağına gelen tüm tebriklerden beni daha çok mutlu etti.
Peki neden bu basit görünen olay beni bu kadar etkileyebilmişti? Bir cümle bu kadar süre sonra nasıl olur da böyle bir kelebek etkisi oluşturabilirdi ? Beni bu denli mutlu eden neydi? Verdiğimiz mesajın dikkate alınması mıydı yoksa kişi olarak saygı görülecek bir geri besleme almak mı? Sohbet anında sıcağı sıcağına anlayamamıştım doğrusu. Sonradan düşündüğümde, benim o güne dair söylediğimi bile unuttuğum bir cümleye, sohbetimiz arasında verdiği maliyet düşürme önerisine mesnet olarak atıfta bulunmasının, insanların hayatlarına dokunduğumuza dair bir kanıt olduğunu fark ettim. Galiba beni mutlu eden noktayı bulmuştum; başkalarının hayatlarına dokunabilmek.
Bugün yine aynı düşünceye sahibim. Gerçekten tek kural var , o da kural yok! Etik kurallar çerçevesinde ve dürüst çalışarak; her defasında azimle ve bitmeyen bir enerji ile hedefe götürecek farklı yollar aramak, her kapıyı bıkmadan yine ve yeniden zorlamak, hata yapsak da hatalarımızdan paha biçilmez dersler çıkararak yeniden denemekten yılmamak, başarısızlıklarımızı bizi başarıya götüren yolda engin tecrübe olarak görmek ve en nihayetinde başkalarının da başarılı olmasını sağlamak için hayatlarına dokunmak, gerçek başarı ve makamdan bağımsız kazanılmış saygınlığın anahtarlarıdır. Ve de hayatının anlamını arayanlar için en doğru pusula…
Unutmayalım ki; insan, sınırlarını ancak ve ancak kendisi belirler. Bir tarafta uçsuz bucaksız hayallerinin olduğu bir zihin platformunda, hayallerinin peşinde koşan, daha iyisini yapabilmek adına kendini sürekli geliştiren, her defasında kendine yeni ve zorlayıcı hedefler koyan ve her yeni gün bir önceki günkü kendinden daha iyi olmaya çalışan biri olmak mı yoksa diğer tarafta içinde bulunduğu prematüre şartları, çevresindekilerin at gözlüğü takmış buram buram öğrenilmiş çaresizlik kokan geri beslemelerini ve kendini daha düşük seviyede gören iç sesini kabullenerek, kendini kendisinin dahi göremediği sözüm ona güvenilir fanusun içine hapseden biri olmak mı? Seçim insanın kendisinde… Seçim, kişinin kendisini zihninde nasıl konumlandırdığında…Ya siz nasıl biri olmak istersiniz?
İşte hayat, seçimlerimiz ile onları uygularken aldığımız kararların doğurduğu sonuçlar arasındaki herkesin kendi ömrü ile sınırlı bir döngüden ibarettir. Önemli olan döngüyü tamamladığımızda verdiğimiz kararlarla kazandıklarımızın, terazinin diğer kefesinde vazgeçerek kaybettiklerimizden daha ağır basmasıdır. Madalyonun diğer yüzünden baktığımızda ise, eylemlerimizin sonucu yaratılan katma değerlerle birilerinin hayatlarına dokunabilmek ve/veya ilham kaynağı olabilmek ise ebedidir. İnsan, kendi yaşamında kendisine bahşedilen fiziki ömür kadar yaşarken, yaptığı küçük fakat anlamı büyük dokunuşlarla, başkalarının yaşamlarında nesiller sonra bile yaşamaya devam edebilir.
Bu çerçeveden baktığımızda;
Tek kural var, o da kural yok!
Tek ömrü var insanın kelebek misali, boşa geçirilecek zamanı yok!
Birçok yolu var ebedi olmanın, insanın sadece kendisi için yaşamasıyla ilgisi yok!
Saygılarımla,