Yılların Verdiği Deneyimle Sektörün Rotasını Belirliyoruz
Hakkı Akçalar 1960lı yıllarda yetişen başarılı bir mühendis İdealist ve mükemmeliyetçi bir kişiliği var. Tam 48 yıldır Türk sanayisine hizmet veriyor.
Hakkı Akçalar 1960lı yıllarda yetişen başarılı bir mühendis İdealist ve mükemmeliyetçi bir kişiliği var. Tam 48 yıldır Türk sanayisine hizmet veriyor.
Hakkı Akçalar… 1960’lı yıllarda yetişen başarılı bir mühendis… İdealist ve mükemmeliyetçi bir kişiliği var. Tam 48 yıldır Türk sanayisine hizmet veriyor. Pnömatik malzeme üretimi konusunda faaliyet gösteren Vema Pnömatik firmasının kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışmalarını sürdürüyor. Pnömatik sektörünün asırlık çınarını hem yakından tanımak hem de yapmış olduğu çalışmaları kendisinden dinlemek için İkitelli’deki fabrikalarına bir ziyaret gerçekleştirdik. Bizleri bizzat kendisi ağırladı, yakından ilgilendi. Söyleşide kendisinin bir fotoğraf tutkunu olduğunu da öğrendik. Hatta fotoğraf makinası koleksiyonunu görünce gözlerimizi alamadık. Kendisi yüzlerce makinadan oluşan bir fotoğraf makinası koleksiyonuna sahip… Fotoğraf çekmeye hala devam ediyor. Öyle ki fabrikada bir fotoğraf stüdyosu bile var.
En ilgi çekici yönü ise, fabrikada üretimde kullanılan makinaların tamamını kendisinin tasarlayıp üretmiş olması… Yaptığı tezgahlarda pnömatik malzemeler yüksek kalitede üretiliyor. Onlarca tezgahın tamamıyla yakından ilgileniyor. Çocukluğundan üniversite öğrenciliğine, ilk iş deneyiminden kendi işini kurmasına ve bugünlere gelişine dair pek çok konunun yer aldığı söyleşimizi sizlerle paylaşıyoruz.
Profesyonel iş hayatınıza geçmeden önce bizlere çocukluğunuzdan ve öğrencilik yıllarınızdan bahseder misiniz?
1940 yılında Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde dünyaya geldim… Çocukluğum, ülkemizin zorlu senelerine denk geldi… İkinci dünya savaşının yeni bittiği, ekmeğin karneyle satıldığı yıllarda çocuktum. Türkiye savaşa girmemişti lakin savaşın tedirginliğini, yarattığı sıkıntıları baştan sona yaşamıştı. Ailem nakliyecilikle uğraşıyordu, kamyonlarımız vardı. Babam, araçların tamir ve bakımlarıyla bizzat kendisi ilgileniyordu. Sanırım mekaniğe olan ilgim babamdan kaynaklanıyor. Küçük yaşlarda babamı izlemekle başladı benim meslek aşkım… Sonraki yıllarda ise ilk okuldan çıkar çıkmaz yolumun üzerinde bulunan bir torna atölyesinin kapısında alırdım soluğu. Uzun süre torna tezgâhını izler, tornada bir metalin nasıl şekillendirildiğini merakla takip ederdim. Aslına bakarsanız tek merakım bu değildi. Ortaokul yıllarında fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladım.
Burhaniye’nin o yıllara göre donanımlı bir fotoğrafçısı vardı ve ailecek tanışıyorduk. Bana fotoğrafçılık konusundaki yardımlarını unutamam. Bir nevi oranın karanlık odasında yetiştim diyebilirim. Fotoğrafçılığa dair ne varsa görerek ve uygulayarak öğrendim. Eski makinaların içerisinde çok özel mekanik donanımlar vardı. Gerektiğinde bu makinaları söküp tamir edebilmeyi de öğrenmiştim. Edindiğim bilgi ve beceriler Üniversite yıllarımda ve sonraki yaşamımda çok işime yaradı. Velhasıl, ilköğretim yıllarım bu şekilde geçti ve lise çağına geldim. Balıkesir Lisesi, Sorbonne mezunu hocaları ile bugünün üst düzey kolejleri seviyesinde eğitim veren, yetiştirdiği başarılı öğrencilerle adından söz ettiren bir okuldu. Bana da o lisede eğitim almak ve başarıyla mezun olmak nasip oldu… O yıllarda her üniversite kendi imtihanlarını yapıyordu. Ben mesleğimi daha çocukluğumda seçmiştim: Makina Mühendisliği!
Sonunda hayallerim gerçekleşti ve İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Üniversite yıllarım da dolu dolugeçti… Üniversite dönemlerim hafızamda hala canlıdır. Sanırım okuduğunuz bölümü ve üniversiteyi sevmekle alakalı bir durum bu... Bu arada aklıma gelmişken şunu da ifade etmek istiyorum. Üniversite yıllarımda fotoğraf merakımın devamı olarak optik cihaz tamiratı ile de ilgilendim. Bu iş bana hem para kazandırdı o dönemler hem de pratiğimi geliştirmemi sağladı. Ortaokul yıllarından edindiğim bilgi ve birikimlerin faydasını o dönemde de görmüş oldum.
O yıllarda yine benim için önemli konulardan birisi de üniversitede yaptığım stajlardır. İstanbul’da bir su sayacı fabrikasında yaptığım staj, meslek yaşantımın şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Orada çok farklı şeyler canlandı kafamda ve mezun olduktan sonra da orada çalışmayı istedim. Stajyerlik zamanında fabrikada iyi bir çevre edinmiştim. Dolayısıyla mezun olduğumda kabul ettiler ve orada çalışmaya başladım.
İlk iş hayatınıza bir su sayacı fabrikasında başladınız o halde… Peki, fabrikanın hangi biriminde görevlendirildiniz? Neler yaptınız ilk zamanlarda?
Orada Kalıphane Yöneticisi olarak çalışmaya başladım. Kalıphane; aynı zamanda seri üretim bölümünün yedek parça bakım tamirinden de sorumlu olan bir bölümdü. Yaptığım incelemelerde Kalıphane’nin üç ayda ancak bir kalıp üretebildiğini gördüm. Potansiyele baktığımda çok daha fazla üretim yapılacağını görmüştüm. İlk olarak sorunun nereden kaynaklandığını araştırmaya karar verdim. İnceleme sonucunda kalıphanede çalışan her bir ustanın kendilerini bağımsız bir kalıpçı kabul edip; bir kalıbı alarak, sonuna kadar gidip bitirme hevesinde olduklarını gördüm. Nitekim o güne kadar da işler öyle yürümüştü. Üretim bu nedenle yavaş ilerliyordu. Derhal bu sistemi orada terk ettirdim. Fabrikaya acilen bir teknik ressam alınmasını sağladım. Tasarladığım kalıpları teknik ressama çizdirdim ve elemanları toplayıp hepsine şu talimatı verdim: “Şu andan itibaren hiçbiriniz bağımsız bir kalıpçı değilsiniz!” Becerilerine uygun olarak çalışanları Tornacı, Frezeci, Taşlamacı şeklinde birimlere ayırdım. O andan itibaren sadece önlerine gelen parçaya belirtilen işlemi uygulamalarını ve işlem bittikten sonra parçayı bir sonraki birime aktarmalarını istedim. Teknik ressamdan aldığım çizimleri dağıttığım zaman, en mükemmel şekilde işlendiklerini gördüm ve böylece sağlıklı bir iş akışı kurmuş oldum. Böyle bir organizasyonla 3 ayda bir kalıp yerine, 1 ayda 3 kalıp üretmeye başladık. Verimimiz 9 kat arttı.
Fabrikada bunun dışında başka marjinal değişiklikler de yaptım… Mesela seri imalat torna tezgahlarında talaş kaldırmak için kalemler kullanılıyor. Bu kalemler aşındığı ve kırıldığı zaman onu kullanan kişiler firmanın ortasında bulunan zımpara tezgahında kuyruğa girip bekliyorlar ve bilinçsizce bileme yapıyorlardı. Tabii o esnada tezgahların üretimi de duruyordu. Bu sistemi de kaldırdım. Bütün kesme takımlarının kalemlerini inceledim. Yapılan işlemler için en doğru kalemleri belirledim ve her bir tezgah için 10 kalemlik set hazırlattım. 5 tanesini tornacıya, 5 tanesini de stoka koydurdum. Kalemleri bilemek için özel bir takım bileme tezgahı aldırdım. Tezgahın başına da bir bileme ustası görevlendirdim. O günden sonra hiçbir tornacı kalem bilemedi. Hem işler yavaşlamadı, hem fabrikanın ortasında kuyruk oluşmadı hem de bileme işleri ehil bir kişi tarafından yapıldı.
Böylesine esnek ve çözüm odaklı düşünebilme özelliği çocukluktan gelme bir yetenek mi yoksa üniversitede aldığınız eğitimden mi kaynaklanıyor?
Aslında her ikisi de geçerli… Çünkü çocukluğumdan beri bir şeyleri başarmanın, yaptığım işi en iyi şekilde yapmanın kararlılığını taşıyorum. Buna ilaveten üniversitede almış olduğum mühendislik eğitimi de bu kararlılığa nitelik kazandırdı ve ihtiyaç duyduğum bilgi ve birikimi edinmemi sağladı.
Kendi işinizi ne zaman kurdunuz peki?
Bahsettiğim su sayacı fabrikasında benden önce işe girmiş bir sınıf arkadaşım vardı. 1968 yılında o arkadaşımla ortak olarak kendi atölyemizi kurduk. Elektrik sanayinde kullanılan küçük parçaların üretimi ve fason pres işleri yapacak küçük bir atölye ile sanayiciliğe adım attık. Belli bir süre o alanda hizmet verdik. Daha sonra ortağım olan arkadaşım ayrılmaya karar verdi ve ben yoluma tek başıma devam ettim. 1970 yılında Türkiye’deki ihtiyacı görerek ve çevre tarafından da teşvik edilerek Pnömatik malzeme üretimine başladım. O senelerde üretim yapmak zor bir meseleydi fakat ithalat yapmak da çok kolay değildi. İhtiyaç duyulan ürünler çok zor şartlar altında Türkiye’ye getirilirdi.
Zor şartlar derken, nasıl mesela? Bugünkü kuşak o yılları bilmediği için konuyu biraz daha açar mısınız?
O yıllarda şimdiki gibi ihtiyaç duyduğunuz ürünü, istediğiniz zaman ithal etme şansınız yoktu. Paranız olsa da kolay değildi bazı şeyler… Bu konuda bizlerin en büyük destekçisi Avrupa ülkelerinde yaşayan gurbetçilerimizdi. Özellikle Almanya’dan Türkiye’ye tatile gelen gurbetçiler arabalarının bagajında, eşyalarının arasında ikinci el hidrolik valf getirirlerdi.
Hatta vatandaşlara sipariş edilirdi bu ürünler... Ağırlıklı olarak Karaköy’deki tedarikçi firmalar; gurbetçiler vasıtasıyla getirttikleri bu ikinci el ürünleri, sprey boyalarla boyadıktan sonra kullanıcılara sunardı. Kullanıcı da bu gerçeği bilerek alırdı. Yani Almanların kullanım süresinin dolduğunu düşünerek yenisiyle değiştirdikleri parçalar bizim ülkemize getirilirdi ve sanayicilerimiz tarafından uzun yıllar kullanılırdı. O günleri düşündüğümde Türk sanayisinin gelmiş olduğu nokta beni gururlandırıyor.
Pnömatik malzeme üretimine başladım dediniz… Ürettiğiniz ürünleri nerelere satıyordunuz? Hangi alanlarda kullanılıyordu?
Pnömatik malzeme üretimine ilk olarak Bayrampaşa’da 3 – 5 kişi ile başladık. Adımlarımı bilinçli atmak zorundaydım çünkü işi batırma gibi bir lüksüm yoktu. Ayrıca şimdiki gibi kolay erişebileceğiniz finans kaynakları da söz konusu değildi. Bu sebeple tutunmak ve kalıcı olmak zorundaydım. Üretimini yaptığımız ürünlere sanayinin birçok alanında ihtiyaç duyuluyordu. Bu sebeple satış sorunumuz pek yoktu. Zaten yaptığınız işi layıkıyla yaparsanız, her zaman tercih edilirsiniz. Mesela demir çelik fabrikalarına, haddehanelere yönelik birçok üretim yapmıştık o senelerde…
Haddehanelere verdiğiniz hizmetler kapsamında aklınızda kalan bir hatıranız ya da geliştirdiğiniz özel bir çözümünüz var mı?
Öylesine uzun bir sanayicilik geçmişimiz var ki, mutlaka bahsettiğiniz hatıralardan ve geliştirdiğimiz çözümlerden çokça vardır… Aklıma gelenlerden bir tanesini paylaşayım sizinle: Bakım için gittiğim bir haddehanede sürekli arıza yapan, hidrolik aksamlı bir kaldırma sehpası ile karşılaştım. Bu sehpa (Bank Mobil), haddehanede kütüğü kaldırıp başka bir haddeye koymak için kullanılıyordu. Hidrolik sistemde sürekli yağ kaçağı, yağ sarfiyatı ve haliyle sık arızalanma söz konusuydu. Daha ilk bakışta çok önemli bir sorunu tespit ettim. Sehpanın taşıdığı kütük yaklaşık 500 kg civarındaydı fakat sehpanın kendi ağırlığı 4000 kg idi. Gereksiz, bir o kadar da sorunlu bir yöntemdi. Firmaya hidrolik sistemi terk etmelerini, pnömatik sistemle sorunsuz bir sehpaya sahip olabileceklerini söyledim. Onlar da bize güvendiler. Geliştirdiğimiz özel bir sistemle sehpayı pnömatik silindirle çalışır hale getirdik ve sorunu kökten çözdük.
O halde pnömatik malzeme üretiminin yanı sıra mühendislik hizmetleri de veriyordunuz öyle değil mi?
Mutlaka… Çünkü ülkemizin mühendislik hizmetlerine de ihtiyacı vardı o yıllarda… Ürettiğimiz malzemeye hakim olmamızın yanı sıra kullanım alanlarında sistem geliştirme adına önemli yeteneklerimiz vardı. Kullanıcıların ihtiyacına yönelik özel hizmetler de sunuyorduk.
Türk sanayisinde en çok merak ettiğim dönemlerden birisi 1970’li yılların sonu ve darbe dönemidir… O yıllarda sanayicilik yapmak zor olsa gerek? Özellikle darbe döneminde üretim süreçleriniz ve ticaretiniz nasıl etkilendi?
Darbe döneminde Bayrampaşa’da faaliyet gösteriyorduk. O kaosu birebir yaşadım desek yeridir. Dışarıdan silah sesleri gelirdi, baktığımızda ya banka soyulduğunu görürdük, ya da birilerinin vurulduğunu… Akşam saat 20.00’den sonra kimse dışarıya çıkamazdı, fabrikalar kapılarına kilit vururdu. Vatandaş kendini güvende hissetmiyordu. Her gün bir karmaşa, kavga, gürültü ve cinayet… O bakımdan 12 Eylül darbesinin yarattığı sessizliği hala unutamamışımdır. Her şey bıçak gibi kesilmişti. Ne ses vardı ortalıkta ne gürültü… Sanki birileri ülkenin şalterini kapatmıştı.
Üretiminiz durdu mu o dönemlerde peki?
Siyasi açıdan zor dönemler oldu ama bizim üretimimiz durmadı. Üretime büyük ölçüde devam ettik. Grevlerden dolayı büyük üreticilerde problemler oldu, üretimler durdu ama biz o zamanlar orta çaplı bir üretici olduğumuz için aksaklık yaşamadık. İşletme olarak büyük örgütlerin dikkatini çekecek nitelikte bir işletme değildik.
Açıkçası etliye sütlüye bulaşan bir yapımız yoktu diyebilirim. O yıllarda büyük sanayi kuruluşları çok sıkıntılar çekti. İşçiler çalışmadı, patronlar tehdit edildi. Kimileri fidye için kaçırıldı, kimileri öldürüldü. O dönemler yaşanmasaydı, sanayimiz bugün çok daha ileri noktalarda olabilirdi.
O yıllarda hammadde ihtiyacınızı nasıl karşılıyordunuz? Mesela tezgâhlarınızda sorun yaşadığınızda ihtiyaç duyduğunuz parçayı yurt dışından nasıl getiriyordunuz?
İmalatta kullandığımız özel takımlar vardı. Herhangi bir parçaya ihtiyacımız olduğunda önemli ölçüde Almanya’dan gelen akrabalarımızdan, eşimizden, dostumuzdan rica ederdik; onlar bize getirirdi. O konuda bir sıkıntı yaşamadık fakat seri üretim talebi arttıkça özel tezgâhlara ihtiyacımız da arttı. Baktık ki bunların yurt dışından temini zor, meşakatli ve pahalı idi. Biz de tezgâhlarımızı kendimiz üretmeye başladık. İhtiyaç duyduğumuz tezgahları kendimiz tasarladık, çizimini yaptık ve ürettik. Bir nevi yaşanan zorluklar bizleri teknoloji geliştirmeye itti.
Bugün pnömatik denince akla ilk gelen firmalardan birisiniz… Bu konumu elde etmenizde üretici olmanın avantajını yaşadınız sanırım…
Türkiye’de bizler pnömatik üretim sektörünün temelini atan bir kuruluşuz. Sektöre bu konuda öncülük ettik diyebilirim. Bir işi sıfırdan tasarlayarak başarmak zordur. Biz zor olanı seçtik ve ülkemizin ihtiyaçlarına en uygun ürünleri tasarlayarak bugünlere geldik. Ar-Ge kavramı son yıllarda ülke sanayimizin gündeminde… Halbuki biz yıllardır Ar-Ge’ye kaynak ayıran, zirveye giden yolun Ar-Ge’den geçtiğini bilen bir firmayız. Ne var ki bizden sonra kurulup, bizleri taklit eden firmalara da ilham kaynağı olmuş olduk.
Ürünlerinizin taklit edilmesi sizlerde nasıl bir etki yarattı? Onca emeğin birileri tarafından kopyalanması sizi çok rahatsız etmiştir.
Mutlaka rahatsız oluyorsunuz. Bu bir nevi emek hırsızlığı... Bu konuyla ilgili trajikomik bir anım var hatta… Vaktiyle birlikte iş yaptığımız firmalardan birini ziyarete gittiğimde masasında bizim valflerimizden birinin gövdesini gördüm. Sonradan düşününce o üründen onlara hiç satmadığımızı hatırladım. Haliyle o parçayı nereden temin ettiklerini sordum hemen… Firma sahibinden şöyle bir yanıt aldım: “Hakkı Bey size güvenimiz o kadar büyük ki ürününüzün tek bir çizgisini dahi değiştirmeden aynısını yaptık.” Bu cevaptan sonra ne söyleyebilirdim ki? Sanırım böyle bir durum ancak bizim ülkemizde yaşanırdı. Bu durum bize ders oldu ve özgün üretim ve tasarım konusunda kendimizi daha da geliştirdik ve taklitçi firmaları bu sayede geride bırakmayı başardık.
Az evvel “Kendi tezgâhlarımızı kendimiz üretmeye başladık” dediniz… Onu nasıl başardınız?
Bizim yaptığımız ürünlerin tasarımı da bize ait… Bu sebeple tamamen özgün olan ürünlerimizi standart üretimler için geliştirilmiş tezgahlar yerine “Özgün” tezgahlarda daha hızlı ve kaliteli olarak üretebileceğimizi düşündük. Seneler evvel aldığımız bu kararı başarıyla uyguladık. Uzun yıllardır kendi yaptığımız tezgahlarda ürünlerimizi üretiyoruz.
Firmalar yüzbinlerce Euro paralar ödeyerek son sistem CNC tezgahlar alıp üretim yaparken, siz kendi tezgahlarınızda üretim yaparak nasıl rekabet ediyorsunuz?
Bizim seri üretimlerimizde CNC tezgah kullanmıyoruz. Çünkü CNC tezgahlar değişik işlere programlanabilen fakat işlenen parça üzerideki operasyonları ard arda sıralayarak yapan tezgahlardır. Oysa kendi tezgahlarımızda işlenen parça üzerindeki tüm operasyonlar bir düğmeye dokunmakla aynı anda yapılmaktadır. Örnek verecek olursak; üzerinde 10 operasyon olan bir şartlandırıcı gövdesini-almak koymak dahil-20 saniyede üretebiliyoruz. (Bir CNC tezgahında bu süre 5 dakikayı bulur).Bizim tezgahlarımız sadece bizim ürünlerimizi üretmek maksadıyla tasarlandığı için hızlı ve hatasız üretim yapabiliyoruz. CNC tezgahları kullanmak için operatöre ihtiyaç duyulur fakat bizim yaptığımız tezgahlarda parçayı yerleştirip düğmeye basmanız yeterlidir. Farkımız burada ortaya çıkıyor. Bizim olmazsa olmazlarımızdan birisi de iş güvenliğidir. Tezgahlarımız son derece güvenlidir ve iş kazalarına yol açmayacak şekilde tasarlanmıştır. İmalatımızda CNC tezgah kullanmıyoruz dediğimde bana hayretle bakıyorlardı eskiden… Şimdi de şaşırıyorlar fakat biz doğru olanı yapmaya devam ediyoruz. 20 – 25 yıl önce yaptığımız tezgahlarımız hala atölyemizde faal olarak çalışıyor.
Bünyenizde halihazırda kaç kalem ürün var?
Bin çeşit civarında ürün üretebiliyoruz. Talebe bağlı olarak üretim sayımız da değişiyor. Genel olarak belirtmek gerekirse fabrikamızda bin farklı ürün üretme kapasitesine sahibiz. Pnömatik malzeme konusunda çok önemli bir know how’a sahibiz. Öyle ki, geçmişte Sanayi Bakanlığı’nın talebiyle sanayicilere pnömatik alanında eğitim vermeye başladım ve uzun yıllar eğitim verdim. Böylece hem sanayicilerimize faydam oldu hem de eğitim tecrübesi kazanmış oldum.
Doğrudan ihracattan ziyade sizin ürünlerinizi kullanan binlerce makina yurt dışına ihraç ediliyor… İhtiyaç duyulduğunda yurt dışında sizin ürünlerinizi nasıl temin ediyorlar?
Aslında çok güzel bir noktaya değindiniz… Dediğiniz gibi bizim ürünlerimizi kullanan birçok firma ürünlerini yurt dışına ihraç ediyor. Diyelim ki yüzbinlerce Euro’luk makinalarda bizim pnömatik valflerden birisi arıza yaptı. Bu öncelikle kullanıcıyı sıkıntıya sokar, sonrasında makinayı üreten Türk firmasını… Haliyle son olarak da biz problem yaşarız. Bu tür durumlarda Türk sanayicilerinin marka değeri zarar görür. Bu durumu göz önünde bulundurarak “Tak ve Unut” prensibiyle üretim yapıyoruz. Bizim ürünlerimiz doğru kullanım şartlarında asla demeyeyim ama kolay kolay arızalanmaz. Benim üretimde prensibim şu: özelikle dış ülkelerde ürünlerimiz çalışıyorsa biz onlara çuvalla yedek parçayı bedava versek hiçbir kıymeti yok. Ürünlerimizin çalıştığı bir makine bizim ürünümüz yüzünden üretimi durdurursa bu bizim parçamızın 100 katı zarar demektir. Bu nedenle ürünlerimizin kalitesinden taviz vermemiz söz konusu değildir.
Bu vesileyle ilginç ve gurur verici bir örnek vermek istiyorum: Bir müşterimizin ürettiği ve üzerinde ürünlerimizin kullanıldığı ortalama fiyatı 350.000 Euro olan makinesini Almanya’daki fuarda gören bir Alman firmasının mühendisi, firma sahibine bu makinelerden tavsiye edince, firmasında dünyaca tanınmış Alman malı benzer makineleri kullanan firma sahibi küçümser bir tavırla: “Ne yani, bana Türk Malı makine almamı mı öneriyorsun?” cevabını vermiş. Fakat firma mühendisi sözkonusu makineden bir adet aldırmayı başarmış ve kısa süre sonra aldığı talimat: “Elimizdeki alman makinelerinin yerine hemen bunlardan alın...” olmuş. Şu anda bu Türk Malı makineler dünyada 1 numara ve Kanada, ABD, Güney Afrika, Almanya, hatta Avustralya başta olmak üzere dünyanın sayısız ülkesinde başarıyla çalışmakta. Böylesine kalitede, iddialı bir makine üreticisi makinesine kalitesinden yüzde yüz emin olmadığı cihazları takar mı? Türk insanının dünya çapındaki başarılarından ve bu başarılara ürünlerimizin kalitesiyle de ortak olmaktan gurur duyuyoruz.
Vema Pnömatik olarak ürün satışınızı hangi kanallar vasıtasıyla sağlıyorsunuz?
Türkiye genelinde bayilik ağımız var. Bayilerimiz vasıtasıyla ürünlerimiz müşterilerimizle buluşuyor. Doğrudan bizim ürün verdiğimiz firmalar da var tabi ki…
Vema Pnömatik dışında bir de Meka Mühendislik adlı firmanız var. Hem satış hem de taahhüt niteliği taşıyan bir firma kurmaya neden ihtiyaç duydunuz?
Piyasada rekabet şartları altında ürününüzü bizzat pazarlayacak bir kanalınız yoksa tutunamazsınız. Ayrıca sadece üretim ve satış yaparak sanayicilere çözüm ortağı olamazsınız. Tedarik kanallarını her daim açık tutmak, müşteriye yakın olmak ve anahtar teslim hizmet vermek maksadıyla Meka Mühendislik firmasını kurduk. Meka Mühendislik’in faaliyet alanı ve sunduğu hizmetlerden bahseder misiniz? Ağırlıklı olarak otomasyon hizmeti veriyoruz. Hidrolik ve pnömatik sektöründe müşterilerin otomasyon ve mekanik alanda ihtiyaç duydukları hizmetleri sunuyoruz. Kısacası basınçlı hava, hidrolik ve elektronikle ilgili yapılabilecek her türlü işlerde taahhüt ve anahtar teslim işler yapıyoruz.
Türk sanayisinin genel durumu ve otomotiv sanayinin Türk sanayisindeki yeri hakkında neler düşünüyorsunuz?
En basit bir işletmeden en büyük kuruluşa kadar var olan işletmeleri derleyen toplayan sanayilerden biri de otomotiv sanayidir. Otomotiv sanayine yan sanayi olarak çalışan firmalar, otomotiv sanayi tarafından eğitildiler, geliştirildiler ve büyütüldüler. Yani bu yan sanayilerin varlığı genel sanayimizin gelişmesinde büyük rol oynadı. Sanayimizin gelişmesi için birtakım değerlerin de gelişmesi gerekiyor. Bizde çırak hiç bir şey bilmeyen kişiye verilen sıfatken Almanya’da çırak okulları vardır. O okullardan mezun olanlar çırak sıfatını almaya hak kazanır ve belli bir yetkinliğe kavuşmuşlardır. Dolayısıyla sanayinin gelişimi açısından bazı ünvanların altının doldurulması şarttır. Devletin bu noktada destek olması gerekiyor. Kişileri yetiştirmesi ve bir belge ile nitelendirilmesi gerekiyor.
Son olarak ülkemizin içinde bulunduğu genel durum hakkında neler söylemek istersiniz?
Öncelikle iyi yönetilmeye, doğru yönetilmeye ihtiyacımız var. Öncelikle terör sorunun bir an önce aşmamız gerekiyor. Sonrasında ise başarılı devlet adamları sayesinde ülkemizin iyi yerlere gelmesi gerekiyor. Belli kilit noktaların değişmemesi gerekiyor. Mesela Mili Eğitim Bakanlığı’nın her iktidar ile değişmemesi gereklidir. Her iktidara gelen bir öncekinin yaptığını bozarsa bu ülke gelişme kaydedemez. Dolayısıyla milli, çağdaş bir politikamızın olması gerekiyor. Sistemli, bilinçli kadroların ülkeyi yönetmesini istiyoruz.
. . .
İçerik sadece atıfta bulunularak yayınlanabilir: Sivas İş Dünyası. Editöryal görüş, yazarın görüşüne aykırı olabilir.