Yazıya, “ Bir yıl daha bitti “ diye de başlayabilirdim. Veya “ hoş geldin yeni yıl “ da diyebilirdim. Lakin her yıl, istemesek de günü gelince bitiyor. Yenisi, kendiliğinden geliyor. Yılları, ne bitirmemek elimizde, ne de hoş getirmek. Yenisininse ne olacağını kestiremiyoruz bile. Eskisine yüz çevirip, yeninin gönlünü alıyoruz ancak. “ hoş gelmişsin yeni yıl “ Geçen yıl nasıl geçti ? Gelecek yıl ne olabilir acaba ? Bence birinci tahmin,
“2015 yılında hurda - cevher savaşları kızışacak”
Neden mi ? Dünyadaki savaşlar, gerçekte, artık daralan, küçülen, bitmekte olan doğal kaynaklar üzerine yapılıyor. Afganistan’ın, Suriye’nin haritadaki yerini, ABD vatandaşlarının % 82’si gösteremiyormuş. Türkiye’yi bulup gösterebilenler % 35 - 40 arasında yer alıyor deniyor. Takriben % 65 Türkiye nerede bilmiyor yani.
Peki neden savaşıyorlar bilmedikleri topraklarda ? Savaşlar, özgürlük, demokrasi insan hakları için mi yapılıyor sizce? Ortadoğu’da 1,5 milyondan fazla insan, demokrasi için mi öldürülüyor sizce ? Obama, seçim sonrası balkon konuşmasından üç gün sonra Myanmar’a gitti. Hayatını kaybeden 80 Müslüman için mi gitti gerçekten ? Araplara bahar mı gerekiyordu da geldi ? Bunların altındaki gerçek nedeni bulduğumuzda, çelik konusunda yolumuzu da daha iyi bulacağız. Petrol fiyatlarının neden dip noktaya geldiğini de anlayacağız, doların yükselişinin sebebini de, İran’ın, Rusya’nın, Irak’ın, Suriye’nin, Çin’in neden ve nasıl köşeye sıkıştırıldığını daha iyi anlayacağız. Demir gibi bütün doğal kaynaklarımızda politikalarımız değişecek.
Savaşlar, tükenen ve yerine tekrar konulamayan doğal kaynakları ele geçirmek için yapılıyor. Demir çelik de, bir doğal kaynaktan üretildiğine göre, bahsettiklerim demir çeliği de ilgilendirir. “ Ne alaka “ diyenler, biraz düşünmeli artık.
Baştan bunu görmemiz gerekiyor. Çünkü, gelecek yıllarda daha çok madenlerini, doğal kaynaklarını satanlar değil; elinde doğal kaynakları fazla olanlar, onları koruyanlar yaşayacak.
2014 yılında en önemli gelişme, daralan pazarlarda, cevherden üretim yapan firmaların karlılıkta, rekabette öne çıkmaları oldu. Bu, yurtiçi ve yurtdışında açıkça görüldü.
Daha çok cevherle çalışan Çin’in, özellikle yılın ikinci yarısında, dünya piyasalarını çok düşük fiyatlarıyla nasıl etkilediğini hep birlikte gördük.
Bizde de Ekim 2014’te, önceki yıl ekime göre Türkiye’nin Çin’den çelik ithalatı % 228 artmış. Yılsonu itibariyle bu artışın % 100 olması bekleniyor. Çin ile rekabet edemedik. Yüksek gümrük vergileriyle tedbir almaya başladık ve filmaşine % 30-40 gümrük vergisi getirdik, dar bant sacın gümrüğünü arttırdık. Diğer kalemlerse yeni ithalat rejimiyle belli olacak. Hükümet genel olarak ithalatı düşürmenin yollarını ararken; ithalata bağlı bir sektör olan çelikte, atıl kapasite varken, dış ticarette de büyük açık verirken, sektörü gümrük korumasıyla, yaşatmaya çalışması normal kabul edilebilir. Ancak bu, kalıcı, rekabetçi bir çözüm müdür? Yüksek maliyete ne kadar dayanabiliriz ?
Baş aktör Çin, cevherden çelik üretiyor. Avantaj sağlıyor. Bazı fabrikalar 25 tenöre kadar cevheri işlemeye başladılar. Biz 62’nin altını beğenmiyoruz. Hatta nereye atacağız diye dertlendiğimiz tufalı bile değerlendiriyor Çin. Dünyada yeni trende göre, artık bir malı piyasa fiyatı ne ise, o fiyata göre, üretip, satıp para kazanabilmenin yolunu bulmaktan geçiyor. Çünkü, maliyete göre fiyat tespit etmek devri geçti. Fiyata göre maliyet bulacaksınız.
2014 yılında çelik sektöründe kapasite kullanımımız % 67 olmuş. Ayrıca karlılık düşmüş. İç ve dış talepte bir daralma görülüyor.
Özellikle ark ocaklı üreticilerle, tüccarlar hayatlarından hiç memnun değil. 2014 işte böyle geçti.
“2015 yılı sektör açısından başarılı bir yıl olmayacak”
2015 yılının da bu vizyonla başarılı bir yıl olacağını sanmıyorum. Türkiye’nin önümüzdeki yıllar için geniş ufuklu, gerçekçi bir planı yok. 2023 hedeflerinden bahsediliyor ancak onlar da sadece birer temenni görünümünde... Neden çelik ihracatı 55 milyar olmalı ? Bu haliyle gerekli mi ? Ve nasıl olacak ? Cevaplanmış değil. Hesabı yok. Zaten geçtiğimiz iki yılda da hesap tutmadı. 10 yıl sonrası bir yana, 2015 bile kafamızda net değil. Hedeften daha uzaklaşacağız gibi görünüyor.
Çünkü bize sunulan 2023 vizyonu hem gerçekçi değil, hem de piyasaya mikro yansımaları olmazsa, hiç de önemi yok. İyi vizyonu yaratabilmek iyi eğitimli insanla olur. Ama biz, özgür, çağdaş ve yaratıcı eğitimden her yıl uzaklaşıyoruz. Belki okuyan sayısı artıyor ama kalite düşüyor.
Üstelik, mevcut insan kaynaklarımızda da büyük kayıplar yaşıyoruz. Mesela geçtiğimiz bir yılda, Boğaziçi Üniversitesi, öğretim üyelerinin % 13’ünü yurtdışına kaptırmışız. Ayrıca iyi öğrenim görmüş, parlak gençlerde de yurtdışına gidenler artıyor. Kimle yapacaksınız atılımı? Kim verecek vizyonu ? Yeni yapısıyla, TÜBİTAK mı ? İmam Hatipler mi ? Osmanlıca mı ?
Bu tespitler çok genel, politik ifadelermiş gibi görünüyor ancak bütün sektörleri, ülkeyi, belki de farkına varmadan çok etkiliyor.
Artık yalnız Türkiye’yi değil, bütün ülkeleri dünyadan kopuk düşünemeyiz. Dünyaya global bakıp bir politika üretebilmeliyiz.
Geçen yılki yazımda da söylemiştim. “ Beraber yürümüyoruz ki biz bu yolları “ 2023 vizyonu gibi gerçekçi olmayan politikalar yerine daha geniş ufuklu, yaratıcı, gerçekçi, dünyadaki yeni gelişmeleri dikkate alan politika değişikliklerine gitmemiz gerekiyor.
1937 yılında yüksek fırını, o günün varlığı, teknolojik imkanları, çok çok az yetişmiş elemanlarıyla ve fakat kol gücüyle, yekvücut, yürekle, vatan sevgisiyle bir buçuk yılda yaratabilmiş Mustafa Kemal Atatürk’ü neden örnek almayız ki ?
O günün yoksulluğuyla, uçak yapıp uçurmuş, tersaneler kurmuş, elle 3600 km demiryolu yapmış önderin yolundan şaşıp, duraklamışız ? Neden Amerika’ya 25 dolara mal yollarken, İskenderun’dan İstanbul’a 50 dolara kamyonla mal taşımaya çabalamışız ? Demiryolunun payını, nakliyede % 1.5 a düşürmüşüz ? Neden Avrupa’daki toplam kamyon sayısından fazlasını Türkiye’ye toplamışız ?
Neden, hiçbirşey yokken, herşey yapmışız da,
Neden, herşey varken, hiçbirşey yapmıyoruz ?
Tenkit kadar önerim de var. Yuvarlak konuşmamak için somut bir örnek vereyim.
Mesela büyük çelik üreticilerimiz birleşip, kurumsal bir firma oluştursa 7- 8 milyon tonluk, olabildiğince yerli cevherden üretim yapacak bir yüksek fırın kursalar, hem riski, hem karlılığı paylaşsalar… Bu arada hem kurumsallaşıp, hem yüksek kaliteye ulaşamazlar mı? Ülke daha çok kazanmaz mı ?
Bu tesis, yalnız kütük ve slab üretse, ürettiklerini ortak firmalara haddelemesi için verse, ülkenin ve firmaların daha çok karı olmaz mı? Bu arada sektördeki çok büyük eksikliğimiz olan “ kurumsallaşmaya “ geçiş olmaz mı ?
Rekabette avantaj sağlamaz mıyız? Geçen yılı, ve yaşayacağımız yılı birlikte değerlendirsek :
- 2014 yılında komşu ülkelerle ilişkilerimizde kötü bir yıl geçirdik. İhracatımız düştü. Halbuki Türkiye “yumuşak güç” olarak görülmeli, askeri, iktisadi, enerji kaynaklarının kontrolü gibi sert ve güç parametrelerden çekilmeliydi. 2015 yılında sıkıntılı ilişkilere devam edeceğiz görülüyor.
- Mezhepçi politikalardan çekilmeliydik. Canlandırmaya devam edeceğiz görülüyor.
- Dışa bağımlılık azaltılmalı. Tarım unutulmamalıydı. Tarım nerdeyse sıfırlanmaya yakın. Sonunda samanı bile ithal eder olduk. Otuz yıl önceki % 60 köylü nüfus, bugün % 20 ye düşmüş ve ekip biçmeye gönüllü değil.
- Bir yandan köylü toprağını terk ederken, biz de tabii kaynaklarımızı, derelerimizi, denizlerimizi, toprağımızı, ormanlarımızı tüketiyor, kıymetini bilmiyoruz. Hatta yabancılara satıyoruz. Gelecek yıllarda en büyük kıtlık bunlarda olacak. Savaşlar bunun için oluyor. Google’da basit bir araştırma yaparsanız Çin’in dünyanın her yerinde, sulak verimli alanlardan tutun, madenlere kadar yaptığı yatırımları, satın almaları göreceksiniz. 2015 de Çin, neredeyse Avustralya’nın, Güney Afrika’nın batısı ve güneyindeki zenginliklerinin çoğunu ele geçirmiş olacak. Biz kaynaklarımızı satarak, bölüşerek, hizmet sektörüyle, TOK ile Çin’i geçebilir miyiz dersiniz ?
Çin bu nedenle süper güç oluyor. 2013 vizyonuyla olmuyor. Geçmişten gelen planlı hamleleriyle ilerliyor.
İhtiyacımız olan çözüm, sağlıklı ve uygulanabilir vizyon ve ona bağlı olarak planlamadan geçiyor, düşüncesindeyim.
Bu gidişle 2015 yılı ne yazık ki 2014 yılından parlak görünmüyor. İnşallah dediklerim çıkmaz.