GELECEK NELERE GEBE
Çalışma hayatımın büyük bir kısmı boyunca otomotiv ve çelik sektörlerinde çalıştım. Herkes gibi ben de bu sektörlerin geleceği ile son derece ilgili idim. Çünkü, neticede sadece bugün için yaşamıyoruz; yarının getireceklerine bugünden hazırlıklı olmaz isek, sonuç hüsran olabilir. Örneğin, işler güzel…
Çalışma hayatımın büyük bir kısmı boyunca otomotiv ve çelik sektörlerinde çalıştım. Herkes gibi ben de bu sektörlerin geleceği ile son derece ilgili idim. Çünkü, neticede sadece bugün için yaşamıyoruz; yarının getireceklerine bugünden hazırlıklı olmaz isek, sonuç hüsran olabilir. Örneğin, işler güzel gidiyor diye frene basmadan yatırımlara girişir, bu yatırımları yüksek oranlarda banka kredileri ile finanse etmeye kalkışabiliriz; yarın genel gidişatın bozulması ile birlikte bir anda kendimizi bir sürü derdin içinde bulabiliriz. O nedenle, iş hayatımda geleceğin tahmin edilmesine büyük önem verdim. Sanıyorum, yazılarımı izleyen sizler de benim gibi düşünüyorsunuz.
Mesele genel ekonomi olduğunda, çelik veya otomotiv sektörünün pek bir özelliği kalmaz. Tüm sektörler er ya da geç genel ekonomiden olumlu veya olumsuz yönde, aynı şekilde etkilenecektir. Lise yıllarında okuduğumuz bileşik kapları hatırlayın. Kaplardan birindeki su boşaltıldığında, diğer kaplardaki su seviyesi, boşalan kabı dolduracak ve genel seviyeyi eşitleyecek biçimde boşluğu doldurur. Ekonomi de bir bileşik kap gibidir. Neticede tüm sektörler eşitlenir.
Şimdi size çelik, otomotiv, inşaat, tekstil diye ayırım yapmadan, herkesin maruz kaldığı ve kalacağı ekonomik güçler hakkında, dilim döndüğünce düşüncelerimi anlatmaya çalışacağım.
Farkında mısınız? Çok uzun bir süredir dünyada işler pek iyi gitmiyor. Beş yıldır, ABD ve Avrupa bir türlü 2008 krizinin etkilerini üzerinden atamadı. Bu arada, gelişmekte olan ülkeler (aralarında biz de bulunmaktayız), “patronlar sıkıntı yaşarken biz iyi durumdayız” diye övünüyorduk. Ancak, son dönemde, başta Çin olmak üzere, Brezilya, Hindistan, Rusya, Türkiye, Polonya, Güney Afrika, Arjantin, Macaristan gibi yükselen ekonomilere de bir şeyler olmaya başladı. Ekonomik büyüme yavaşladı, ihracat geriledi, cari açıklar artmaya başladı ve siyasi istikrarsızlık emareleri görülmeye başlandı.
Bunlar herkesin gördüğü şeyler. Peki bunlar ne demek oluyor? Bunlar bize geleceğe yönelik olarak ne demek istiyorlar?
İşte bu konuda üstat Nouriel Roubini’ye bakacağız. Roubini, 2008 krizini doğru bir şekilde tahmin eden, New York Üniversitesinde bir ekonomi profesörüdür. Roubini, göç eden İranlı bir ailenin oğludur. 1958 yılında İstanbul’da, Üsküdar’da doğmuştur. Özgeçmişine baktığınızda, Amerikan-Türk vatandaşı denilmektedir.
Roubini daha geçenlerde küresel ekonomi açısından önemli bazı görüşler öne sürdü. Özetle şunları söyledi:
“Son yıllarda hem ekonomik büyüme, hem de nüfus artışı konularında mangalda kül bırakmayan, en geç 2020 yılında gelişmiş ekonomileri geride bırakacaklarını söyleyen gelişmekte olan ekonomilere bir şeyler olmaya başladı. Bu ülkelerin ekonomik gelişmeleri keskin bir düşüş yaşamaktadır.
Brezilyanın Brüt Ulusal Geliri geçtiğimiz yıl %1 büyüdü. Bu yıl ise %2’den fazla büyümeyecektir. Rus ekonomisi, petrol fiyatlarının 100 USD civarında kalmasına rağmen bu yıl ancak %2’yi bulacaktır. Hindistan, 2 yıl boyu çok güçlü bir büyüme yaşadı (2010’da %11.2, 2011’de %7.7) lakin 2012’de büyüme %4’e geriledi. Çin ekonomisi ise son 30 yıldır hep %10 büyüdü. Geçen yıl büyüme %7.8’e geriledi ve ciddi bir krizin kenarında dolaşıyor. Güney Afrika geçtiğimiz yıl %2,5 büyüdü. Bu yıl ise %2’yi geçemez. Ayrıca, aralarında Türkiye, Arjantin, birçok orta ve doğu Avrupa ülkelerinin de bulunduğu ülke grupları da benzer yavaşlamalar yaşıyorlar. Nedir bütün bu piyasaların sorunu?” diye sorduktan sonra, cevabını da kendisi verdi:
“Birincisi, 2010-2011 yıllarında bir çok gelişmekte olan ülke aşırı ısındı. Potansiyellerinin üzerinde bir büyüme yaşadılar. Enflasyon artarak konulan hedefleri aştı. Bu nedenle, birçok ülke merkez bankaları 2011’de sıkı para politikaları uyguladı. Elbette, bunun sonucu olarak 2012 ve 2013 yıllarında büyümeler yavaşladı.
İkinci olarak, “ABD ve Avrupa’nın krizi bizi etkilemez” görüşünün doğru olmadığı ortaya çıktı. AB’deki ekonomik gerileme, İngiltere ve Japonya’daki nerede ise resesyon durumu, ABD’nin yavaş büyümesi, gelişmekte olan ekonomileri elbette etkileyecektir ve etkilemiştir de. Örneğin, AB’deki gerileme Türkiye’yi ve Orta-Doğu Avrupa ülkelerini, düşen ticaret hacmi ile olumsuz etkilemiştir.
Üçüncü olarak, tüm dünyayı etkileme gücüne erişmiş olan Çin’de bir tür devlet kapitalizmi uygulanmaya başlandı. Tüketicilerin yeteri kadar ekonomiyi canlı tutamamaları nedeni ile devlet eli ile yatırımlar yapılmaya başlandı. Çin’in geçen başkanı Jiabao’nun dediği gibi, “Çin ekonomisi, dengesiz, istikrarsız, koordinesiz, sürdürülemez” durumdadır. Çin, önümüzdeki 2 yıl içinde ciddi bir düşüş yaşayabilir. Bu durumda, pek çok ülke bundan olumsuz etkilenecektir.
Dördüncü olarak, artık Brezilya, Rusya, Güney Afrika, Türkiye gibi ihracattaki büyüme ile ekonomilerini ayakta tutma dönemi geride kaldı. Gerçekten de, ihracatın büyük oranda bir patlama yaşaması olasılık dışıdır. Çin’deki ekonomik yavaşlama, enerji tasarrufu sağlayan teknolojilere yönelim, sermaye (makine) ve yer altı kaynaklarına dayalı büyüme modellerinden uzaklaşma, ürün fiyatlarındaki artışlar gibi nedenlerle ihracat giderek rölantide kalacaktır.
Beşinci ve son neden ise, Amerikan Merkez Bankasının parasal genişlemeye son vereceğinin sinyalini vermesi üzerine, artık “sıfır faiz” döneminin kapandığı görülmektedir. Türkiye, Güney Afrika, Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler cari açık sorunu ile baş etmeye çalışmaktadırlar. Artık bundan sonra bu açıklar, çok daha riskli yollardan finanse edilecektir. Bu ülkeler, öz kaynaktan çok borçlanmaya; uzun vadeli borçlanmadan, kısa vadeli borçlanmaya, iç borçlanmadan çok dış borçlanmaya doğru kaymaya başlayacaklardır. Bu ülkelerin başka zafiyetleri de vardır: Bütçe açıkları, hedefin üzerine çıkan enflasyon, istikrarın bozulması (son zamanlarda Türkiye ve Brezilya’da yaşanılan sorunlara ek olarak Güney Afrika’daki işçi huzursuzlukları, Hindistan’daki siyasi ve seçim belirsizlikleri sayılabilir). Cari açıkları finanse etmek ve aynı zamanda aşırı oranda devalüasyonu önlemek (hatta yüksek enflasyonu önlemek) faizleri artırmak ve onları yüksek seviyelerde tutmakla mümkündür. Ancak, diğer taraftan uygulanan sıkı para politikaları zaten yavaşlayan ekonomiyi daha da zayıflatacaktır. Dolayısı ile gelişmekte olan ülkeler, hem bütçe, hem de cari açıklar ile uğraşırken diğer problemlerle de baş etmek zorunda kalacaklardır.”
İşte, içinde bulunduğumuz durumu daha iyi ifade etmek mümkün değildir. Gelecek risklerle doludur. Hükümetlerin bugüne kadar cari açığı kapatma yönünde çaba göstermemeleri ve günü kurtarma çabaları nedeni ile yakın bir zamanda bu konuda bir iyileşme beklemiyorum. Dolayısı ile enflasyon ve dövizi sabit tutmak gayreti ile yüksek faize dönüleceğini, sıcak parayı koruma politikalarının devam edileceğini düşünüyorum.
Avrupa ekonomisi düzelmedikçe, sac ve otomotiv sanayileri için pek bir umut var diyemiyorum. Bunların ancak 2018 yılından itibaren yükselişe geçmesini bekliyorum.
Hükümetin, ülke içindeki huzuru bozucu söylemlerinin ekonomiye yarar değil, zarar getirdiğini tekrar tekrar hatırlatmak istiyorum. Hükümetimiz, toplumun içindeki bir kesimin değil tüm toplumun hükümetidir. Söylemler ve uygulamaların bunu göz önünde bulundurarak yapılması, ülke içindeki birliği, düzeni ve huzuru koruyacaktır. Unutulmaması gerekir ki, bu hükümet 2002 yılında ekonomik ve sosyal huzursuzluk nedeni ile bir umut olarak gelmişti. Tarih tekerrürden ibarettir denmesi beni üzecektir.
Can Komar