Hangi Ortaklık?
Türkiye’nin füze ihalesinde birinci sıraya Çin’i yerleştirmesi, batılı ülkelerde ve ABD’de ciddi reaksiyona yol açtı. Türkiye’nin tercihi üzerine, batılı ülkeler tarafından stratejik ortaklık ve ittifaka vurgu yapan açıklamalar yapıldı. Bazı yorumlarda, Türkiye sözkonusu ortaklığa ve ittifaka ihanet…
Türkiye’nin füze ihalesinde birinci sıraya Çin’i yerleştirmesi, batılı ülkelerde ve ABD’de ciddi reaksiyona yol açtı. Türkiye’nin tercihi üzerine, batılı ülkeler tarafından stratejik ortaklık ve ittifaka vurgu yapan açıklamalar yapıldı.
Bazı yorumlarda, Türkiye sözkonusu ortaklığa ve ittifaka ihanet etmekle suçlandı. Oysa konu son derece açıktı. Batılı ülkelerin verdikleri teklifler, Çin’in teklifinden 1 milyar dolar civarında daha yüksekti. Üstelik, Çin’in teklifinin aksine teknoloji transferi içermiyordu ve yerli üretimi desteklemiyordu. Türkiye’nin bütün ısrarlı taleplerine rağmen, batılılar bu konuda önemli bir esneklik sağlamadığından, çok daha iyi olan Çinlilerin teklifi kabul edildi.
Türkiye’nin çıkarlarına böylesine açık bir şekilde ters düşen bir teklifin yer aldığı ihalede dahi, Türkiye’nin kendilerini seçmemesini, stratejik ortaklık ve ittifak anlayışına ters gören batılı dostlarımız, konu kendi çıkarları sözkonusu olunca, bahsettikleri ortaklığı ve ittifakı görmezden gelmeyi tercih ediyor. Örnek vermek gerekirse, İran’a yönelik müeyyideler kapsamında, batılı ülkeler kendi sattıkları nihai ürünlere herhangi bir sınırlama getirmezken, Türkiye’nin ağırlıklı olarak sattığı yarı ürünlere, ileride nükleer tesislerde kullanılabileceği gerekçesiyle sınırlama getiriyor. Oysaki yarı ürünlerin kullanılabildiği bir yerde, nihai ürünlerin çok daha kolay bir şekilde nükleer tesis inşaatında kullanılması imkânı bulunuyor. Bu konudaki muhtelif girişimlerimize, “konunun incelendiği, niyetlerinin Türkiye’ye zarar vermek olmadığı” şeklinde cevap veriliyor. Ancak pozitif hiçbir adım atılmıyor.
Bu şekilde Türkiye’ye yıllık ortalama 500 milyon dolar civarında ihracat zararı veren Amerika Birleşik Devletleri’nin, bu yetmiyormuş gibi, inşaat demiri ve boru ürünleri ihracatımıza karşı, hem anti-damping hem de telafi edici vergi soruşturması açılmasına karar vermesi ciddi rahatsızlık yaratıyor. Damping soruşturmasına ilişkin müracaat dosyası incelendiğinde, dosyada hiçbir hazırlık yapılmadan, tamamıyla Türkiye’nin teşvik mevzuatının tercüme edilerek, bunun çelik sektörüne de uygulandığı varsayımından yola çıkılmasıyla oluşturulan iddialara yer veriliyor. Oysaki en ufak bir araştırmada, çelik sektörünün negatif olarak tüm teşviklerden arındırıldığına ve 2001 yılından bu yana Türkiye ile AKÇT arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması’nın çelik sektörüne her türlü doğrudan veya dolaylı yardımı yasaklayan hükümleri nedeniyle, sektöre devlet yardımının bulunmadığına ilişkin bilgi ve belgelere rahatlıkla ulaşılabileceği biliniyor.
Ancak derinlemesine bir araştırma yapılarak somut bilgiler edinmeden, basit bir mevzuat tercümesi ile şikayet dosyası hazırlanıyor. Şikayetin yapılması ile birlikte, Türkiye’nin ABD’ye yönelik ihracatı sıfır noktasına kadar gerilemiş bulunuyor. Tüm bunlara rağmen, ABD Uluslararası Ticaret Komisyonu tarafından yapılan ilk incelemeler neticesinde, somut ve geçerli gerekçelere dayanmasa da, soruşturmanın derinleştirilmesi yönündeki karar, ABD çelik sektörüne, ithalata karşı ek bir korunma sağlanması anlamına geliyor.
Türk çelik ihracatçılarının piyasalarında bulunmamasından istifade eden ABD’li çelik üreticileri, soruşturmanın sonucunu dahi beklemeden, daha şimdiden fiyatlarını ton başına 20-30 $ yükseltmiş bulunuyor. Dolayısıyla, sınırlı bir tercüme masrafı ile, ABD’li üreticilere, 1 milyon ton üretim için, 20-30 milyon dolar, 3.5 milyon ton üretim için 100 milyon dolar seviyesinde ilave kaynak tahsisi imkânı sağlanmış bulunuyor. Hurdadan, enerjiye ve taşıma masraflarına kadar, bir dizi avantaja sahip olan ABD’li üreticilere sağlanan bu ek imkanlar, haksız rekabete ve ABD ekonomisinin içinin boşalmasına yol açıyor. Bu durum, ‘stratejik ortaklık’ olarak açıklanan ilişkilere de aykırılık taşıyor.
Maalesef ABD’li dostlarımız, meselelere her zaman kendi çıkarları doğrultusunda bakıyor. Muhataplarının çıkarlarını gündeme getirmelerini, hasmane bir tavır olarak algılayan ‘ortaklarımız’, kendilerinin açık hasmane tavırlarını hak olarak görüyor. Bu bakış tarzı, uzun vadeli ve dengeli işbirliği anlayışı ile bağdaşmıyor. ABD’nin dostlarından beklediği olumlu yaklaşımı, kendi uygulamalarına da yansıtması, ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturtulması açısından hayati önem taşıyor. Bu yönüyle, çelik sektörümüzün mağduriyetine yol açan bu uygulamaların, süratle gözden geçirilmesine ihtiyaç duyuluyor. Subjektif beklentilere dayalı bir zeminde, kalıcı ortaklık geliştirmek mümkün görülmüyor.
Dr. Veysel Yayan
Genel Sekreter