İnsanın Amortisman Oranı
Öncelikle yazının başlığına bakıp bu başlıkta nedir böyle diye düşününler için hemen belirtmeliyim ki; dergi yönetiminin teklif etmiş olduğu yazı yazma önerisini kabul etmemin nedeni konu ve içerik serbestliğinin olmasıydı. Öneriyi kabul etmemin tek nedeni bu olmadı elbette, şirketimizden haberlerin…
Öncelikle yazının başlığına bakıp bu başlıkta nedir böyle diye düşününler için hemen belirtmeliyim ki; dergi yönetiminin teklif etmiş olduğu yazı yazma önerisini kabul etmemin nedeni konu ve içerik serbestliğinin olmasıydı. Öneriyi kabul etmemin tek nedeni bu olmadı elbette, şirketimizden haberlerin ve sektörel konuların yanında kimi zaman tarih, kültür, sanat ve edebiyat, kimi zaman güncel gündem, bazen de iş yönetimi ve ekonomi gibi alanlarda denemeler yazma fikri beni heyecanlandırdı. Dolayısıyla teklifi işin zorluğuna bakmaksızın büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Beni bunu yapmaya değer buldukları için dergi yönetimine buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Fırsat buldukça yazmaya çalışacağım.
Malum dahil olduğumuz demir çelik sektörü kendi gerçekleri içinde ve konjonktürün yoğun gündemiyle akıp gidiyor. Geleceği görmek mümkün değil ancak olasılıkları kestirmek pekala mümkün. Bunun için sayılara ve olasılıklara yani verilere ihtiyacımız var. 1654 yılında Rönesans’ın daha yeni çiçek açtığı dönemde bir Fransız soylusu olan şövalye De Mere ünlü matematikçi Pascal’dan bir bilmeceyi çözmesini istemiş. Soru şöyleymiş; bir şans oyununda iki oyuncudan biri öndeyken oyun yarıda kalırsa ortadaki para nasıl bölüştürülür? Bu arada bu soruyu 200 yıl kadar önce yani 1400’lü yılların sonlarına doğru bizim meslek mensuplarının hemen tanıyacağı Summa de Arithmetica kitabının yazarı keşiş Luca Paccioli sormuş. Malum çift taraflı defter tutma sistemini zamanın iş adamlarına öğretip onların kullanımına sunanda bu zatın kendisiydi. Bu arada ilginç bir bilgi daha Leonardo da Vinci’ye çarpım tablosunu da öğreten yine Luca’dan başkası değilmiş. Pascal işin içinden çıkamayınca Pierre de Fermat adındaki başka bir matematikçiden yardım istemiş. Bu işbirliği entelektüel bir dinamitin fitilini ateşlemiş ve risk kavramının matematiksel esası olan olasılık teorisinin gelişmesine yol açmış. Böylece insanlar tarihte ilk kez sayıların yardımıyla karar verebilir ve geleceği öngörebilir hale gelmişler. İşe ne kadar yarar tartışılır ama sayılara ve bu sayıların oluşmasına neden olan olayların sebep sonuç ilişkileri hakkında bilgi verecek diğer verilere ihtiyacımız var. Bill Gates’in dediği gibi kazanmamız ya da kaybetmemiz bilgiyi nasıl topladığımıza, nasıl yönettiğimize ve nasıl kullandığımıza bağlı. Bu konuya şimdilik burada nokta koyarken gelecek yazılar için küçük bir temel oluşturmuş olalım.
Gelelim insanın amortisman oranı konusuna yani faydalı ömrüne. Bu konuda Feyzi Akkaya’nın meşhur insan grafiği bize bir fikir verebilir. İnceleyenler bilir usta bu tabloda çalışma dönemini 25-65 olarak vermiş ve en verimli dönemi 45-65 yaş arası olarak göstermiş. Yani 40 yıllık bir çalışma hayatının 20 yılına tecrübe edinme 20 yılına da en verimli dönem diyebiliriz. O halde kabaca amortisman oranı 100/40= % 2,5’tur diyebiliriz. Bu arada düşünsenize işin çıraklığını yapmadan ustası olmak isteyen birine siz bu 20 yılı nasıl anlatır ve yaşatırsınız? Hermann Hesse toplumun sığ değer yargıları karşısındaki bir insanı anlattığı Bozkırkurdu romanında şöyle der; “İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez. Ne anlamlı bir söz, değil mi?
Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, yüzmek için değil. Ve düşünmek istememeleri doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil. Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri bir gün gelir suda boğulur” Evet, hayata izbedelle devam etmekte bir seçenek sudan çıkıp karada yaşamakta. Ne istiyoruz sorusunu sormalı ve cevabını vermeliyiz kendimize. Pratikte bu çokta kolay bir şey değil çünkü Montaigne’nin dediği gibi kendimizle aramızdaki fark bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür. Belki de bu yüzden istediğimiz şeyi elde etmeyi başarı, elde ettiğimiz başarıyla yetinmeyi de mutluluk sayıyoruz. Peki gerçekte istediğimiz tam olarak bu mudur?
Hayat bize sunulmuş bir nimet ve bu nimet malum sınırlı süreli. Felsefenin ilk ve en önemli sorusu olan hayatın yaşamaya değer olup olmadığı sorusunu hiç tartışmaya açmadan var olmanın bir şans olduğunu düşünenlerdenim. Genelde ölüm gerçeği hatırlanır da doğmuş olma gerçeği pek düşünülmez.
Bu hayattan ne anladın? sorusuna istisnalar hariç duyduğumuz ve verdiğimiz cevap hemen hemen aynıdır. Hayattan kimin ne anladığı elbette kendisine kalmış bir şey ancak birçok insanın bir şey anlamak ve hakikate ulaşmak için kendini paraladığı da ayrı bir gerçek. Hayatı anlamlı kılan şeyde bu herhalde, yani hakikate ulaşma çabası. Peki sizce biz bu ömrü nasıl faydalı kılabiliriz? Kimin nereden hangi donanımla baktığı önemli tabi ki ama üzerinde düşünmeye değer bir soru değil mi?