İşini sevmek, Akıl, Güç ve Ego Üzerine
İş dünyasında iş yapabilmek, büyümek pek tabi ki öncelikle yapılan işin iyi bilinmesiyle mümkündür. Yani tecrübe, yetenek, kontrollü hırs, çalışkanlık, işi sevmek… Tüm bunlar ‘iyi’ bir işin ortaya çıkması için temel şartlardır. Bunlar olmadan zaten ortaya çıkan, kotarılan iş uzun soluklu olmaz. Tüm…
İş dünyasında iş yapabilmek, büyümek pek tabi ki öncelikle yapılan işin iyi bilinmesiyle mümkündür. Yani tecrübe, yetenek, kontrollü hırs, çalışkanlık, işi sevmek…
Tüm bunlar ‘iyi’ bir işin ortaya çıkması için temel şartlardır. Bunlar olmadan zaten ortaya çıkan, kotarılan iş uzun soluklu olmaz. Tüm bu nitelikler bir araya gelmeden iş kurma hevesi özellikle biz Türklerde çok fazla ve zaten bu sebeple de Türkiye’de kurulan şirketlerin %80’i 5 yılını dolduramıyor, % 90’ı da 10 yıldan önce kapanıyor. Geri kalan başarılı şirketlerin en önemli öne çıkan özelliği yukarıda sayılan niteliklerin bir araya gelmesinin yanında bu özellikleri bir arada yoğurabilme ve tutabilme kabiliyetidir. Yani bunun için bir tutkal lazımdır. Tutkal ruhtur. Çağımızda ‘iyi’ yöneticiler bu ‘ruhu’ yakalamış olanlardır. Peki, bu ruha sahip ‘iyi’ yöneticinin tanımı nedir? Zeki olmanın iş için yeterli olmadığı malum. İyi yönetici insani özellikler bakımından iyi olmalıdır en başta. İnsana ve kültürel değerlere inanmalıdır. İyi yönetici aynayı kendisine tutup insan olduğunun bilinciyle hem çalışanını hem de müşterisini bu empatik gözle görmelidir. Yönetici en başta kendisi işini sevmeli, sonra tüm çalışanlara sevdirmelidir. İnsana hayatta verilmiş en büyük hediye sevdiği bir işte çalışmasıdır. Neşeli bir çin tekerlemesi şöyle; Bir saatliğine mutlu olacaksanız, şekerleme yapın... Bir günlüğüne mutlu olacaksanız, balık avlamaya gidin... Bir aylığına mutlu olacaksanız, evlenin... Bir yıllığına mutlu olacaksanız, bir servete konun... Tüm yaşam boyu mutlu olacaksanız, işinizi sevin... Eğer bir kişi işe giderken adımları geri geri gidiyorsa, “bu günde mi iş var?” diyorsa, o kişi için değil, şirket için geri sayım başlamıştır. Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş… Çalışana işini sevdirmek iyi yöneticinin birinci hedefi olmalıdır. Bunun altı teknik yollarla doldurulur, bunun için de binlerce kitap var zaten. Sosyal etkinlikler, bağlılığı arttırıcı çalışmalar, maddi ve manevi tatmin vs. Bizim konumuz bunlar değil, bunu sağlayacak iyi yöneticinin vakıf olması gereken ana nitelikler.
Güç ve Ego;
Yönetici olmak güç gerektirir elbette, ama bu güç manevi ve insani ise olumlu işe döner. Gücü kendi egosunu tatmin etmek için kullanırsa yönetici, o güç mutlak güce dönüşür. Mutlak güç kontrolsüz ve doğası gereği adaletsiz ve gaddar olandır.
Mutlak güç yozlaşmaya eğilimlidir… Yozlaşan güç zor kullanır Ve Zor Oyunu bozar Bir Fransız atasözü şöyle der; Atı su içmeye zorla götürebilirsiniz ama zorla su içeremezsiniz.
Yüksek ego, süper ego adına ne derseniz deyin, benmerkezci ve kendi odaklı bakıyorsa yönetici/insan hayata, başkasının yerine de koyamaz kendini. En büyük yoksunluk da budur işte… Yöneticiler teknik başarılarından dolayı hızlı yükselebilirler, ama yükselmekten çok orada kalabilmektir asıl olan. Horace Mann’ın güzel bir sözü var; “İnsanlar dünyada çabuk yükselen şeylere değer verirler ama hiçbir şey toz ve tüy kadar çabuk yükselmez.” Kaldı ki bir dağ ne kadar yüce olursa olsun bir kenarı yol olur.
Özetle bir işteki başarı tüm paydaşların o işi inanarak ve severek yapmasıyla mümkündür. İşini sevdirmek akıllı ve ‘insan’ yöneticinin olmazsa olmazıdır. İnsan yöneticinin çalışanlar ve tüm paydaşların gönlünde yer etmesi lazım. Yöneticinin gönlü geniş olmalıdır. Gözü ileride, gönlü geride olan kimse, yola gidemez demiş yine Hacı Bektaş. Kavrayıcı ve birleştirici olmalıdır yönetici, ayrıştırıcı ya da kollayıcı değil.
En nihayetinde; oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur.
Kıssadan hisse;
Vak’a anlatılır. Emir konuta zincirinin üst kademelerinde görev yapmış birisi emekli olmuş. Ona buna emir verme olanağını yitirmiş. Ne karşısında saygıyla ayakta duranlar, ne bir yere girerken saygıyla ayağa kalkanlar…
Kimsenin artık önemsediği yokmuş emekliyi. Adam bu ilgisizlik karşısında bunalmaya başlamış. O tarihte Yeni Cami helaları önünde ihtiyacı olanlara parayla su satan ibrikçiler varmış. Bizim emekli de orada kendine bir yer bulup, ibrikçiliğe başlamış. Ancak ayrı ayrı renklere boyamış her ibriği; örneğin birini sarıya, ötekini maviye, üçüncüsünü kırmızıya...
Sıkışanlar hızlıca önüne gelip ibriklerden birine uzandılar mı, oturduğu yerden:
- Bırak onu sarıyı al, dermiş. Sarıyı alan olursa:
- Bırak onu, maviyi al. Böylece emir verme özlemini giderirmiş.
Eski İstanbullular bu hikâyeden kinaye, ona buna gereksiz yere kumanda etmeye kalkanlara "İbrikçi başılık ediyor", derlermiş…
Mutlu, sağlıklı ve başarılı günler dileğiyle...
Bünyamin Halaç
Pazarlama Koordinatörü
Marmara Siegener Galvaniz A.Ş.
[email protected]