Yönetimin İnsan, Toplum ve Çevresel Etkisi Üzerine
İnsan ve toplum, birbirini etkileyip dönüştürebilme gücüne sahip iki büyük yaşamsal itkidir. Yönetimin doğası insanlık tarihi kadar eskidir. Yönetici sınıfın olmadığı anaerkil yapının hakim olduğu ilkel komünal topluluklardan afili CEO’ların cirit attığı günümüze, binlerce yıldır toplumsal ilerlemenin…
İnsan ve toplum, birbirini etkileyip dönüştürebilme gücüne sahip iki büyük yaşamsal itkidir.
Yönetimin doğası insanlık tarihi kadar eskidir. Yönetici sınıfın olmadığı anaerkil yapının hakim olduğu ilkel komünal topluluklardan afili CEO’ların cirit attığı günümüze, binlerce yıldır toplumsal ilerlemenin ve yönetsel yöntemin önünü açan her gelişme hep yeni bir düşünceden filizlenmiştir. Günümüzün piyasa düzeni, 16. yüzyılın başlarında merkantilist düşünceyle fitili ateşlenen kapitalist bir anlayıştan doğdu. Bu anlayış, Batı’ya karşı Doğu’yu koruyan Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla beraber tüm dünyayı etkisi altına aldı.
Küçük bir aileden büyük bir şirkete, hatta aynı topraklar üzerinde yaşayan ve aralarında dil, tarih, duygu gibi gelenek ve görenek birliği olan her insan, etkisi altında kaldığı yönetimin doğasında nefes alıp verir. Ticari, sosyal, siyasal, sanatsal veya kültürel ortamların gelişmesini sağlayan etmenlerin tümü bu iklimden beslenir ve bu entegral etkileşim toplumsal anlayışı var eder.
Toplumsal anlayış, bir neslin kendinden sonra gelen nesle bıraktığı kalıtımsal bir şey değildir. Bir toplumu oluşturan bireylerin sahip olduğu bilgi, sağgörü ve inanç gibi faktörlerin etkisi toplum anlayışını ve düşünüş biçimini etkiler.
Yeterince gerekçesi olmayanlar için bir şeye gönülden bağlı olmak ve inanmak çok zor, hatta imkansız olabilir. Ancak bazı şeyler vardır ki kişisel düşünceye dayanmasa da toplumsal anlayışın bir yansısı olarak o toplumun geleceğine yön verir. Mesela, ortaçağda, inanç ve bilgiyi kiliseyle uyumlu hale getirmeye çalışan batı toplumu karanlık içinde yaşarken, bilimin ve özgür düşüncenin hakim olduğu doğu toplumu daha aydındı. Öylesine özgür bir anlayıştı ki bu, bilimin verdiği ışığı aktaracak kitaplar nerede bulunursa bulunsun tercüme ettirip gelecek nesiller için saklanıyordu. Avrupa’nın bilimsel uyanışında müslüman alimlerin ve bilim insanlarının bu çabası çok etkili oldu.
Toplumları kimi zaman aşağı, kimi zaman da yukarı yönlü bir gidişata sürükleyen şey, kaderleri ve kaderlerine etki eden evrimsel uyumlarıdır. Başlangıçta önemsiz gibi görünen bir ilkenin yavaş yavaş kendini gerçekleştirip geliştirmesi ve sonunda niteliksel ve niceliksel bir oluşumla ortaya çıkması kaderlerini etkiler.
Bazı medeniyetlerin neden diğerlerinden daha çok ya da az geliştiği bilim insanlarının cevap aradığı sosyolojik bir soru olmuştur. Bu soruya cevap arayanlardan Jared Diamond, bulduğu cevapları, kitabında ‘Tüfek, mikrop, çelik ve coğrafya’ olarak sıralamıştır. Aydınlanma döneminin önemli düşünürlerinden Montesquieu ise, gelişmiş bir toplum olan Roma’da ‘Halkın Roma’lılık Duygusunu’ yitirmesini Roma’nın çöküşünde etken bir neden olarak sayar. Tarihin gördüğü en büyük liderlerden biri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bilgisi, sağgörüsü ve inancı ile Montesquieu’nun bu tespitini doğrularcasına ‘Türklük’ duygumuzu fabrika ayarlarına döndürerek pekiştirmiş ve güzel vatanımızı bize armağan etmiştir.
Tıpkı medeniyetler gibi şirketler de benzer bir kaderi yaşar. Şirketlerin genetik yapısı başarı için kritik bir öneme sahiptir. Bir şirketin insan gücünü oluşturan çalışanları, sahip oldukları bilgi, sağgörü ve inanç ile o şirketin düşünce yapısının kaynağını oluşturur. Elbette bu tek kaynak değildir. Emek (İşgücü) dediğimiz bu kaynak, girişimci, sermaye (varlık), ve teknoloji (uygulama bilgisi) dediğimiz üretimin diğer yapı taşlarıyla birlikte şirketin temelini oluşturur. Yönetici, şirketin varlıklarını, teknolojisini ve işgücünü kullanarak faaliyetlerini etkin ve verimli bir şekilde planlayacak, tüm birimlerin etkinliklerini sürekli, düzenli ve uyumlu bir hale getirip yürütecek ve en nihayetinde organizasyonu amacına (Artık Değer / Kâr) ulaştıracak sorumlu kişidir.
Yönetim kavramı üzerine düşünmek, insan, toplum ve çevre üzerine düşünmeden yapılamaz. Yönetme olgusu insanda fizyolojik ve ruhsal birtakım gerginlikler yaratır. Bu gerginliğin kaynağı ruhun bilinçaltı ile haberleşmesinde gizlidir. Mantıksal ilkeleri insan, toplum ve çevre üzerinden her alana uygulayan John Stuart Mill, insan özgürlüğü ve ilerlemesini tehlikeye düşürecek noktayı belirlemenin, yönetme sanatının en zor yönlerinden birisi olduğunu vurgular ve toplumun mutluluğu önündeki engelleri kaldırmak için kurulmuş olan yönetim mekanizmasının faydadan çok zarar getirmeye başladığı noktanın tespitinin gerçekten de kolay bir iş olmadığını söyler.
Türkiye ekonomisinde, Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin ağırlıklı yapısı devam etmektedir. Ülkemizde 2017 yılı itibarıyla yaklaşık 3,09 milyon KOBİ bulunmaktadır. Çalışan sayısı bakımından toplam girişimlerin yüzde 99,8’ini, istihdamın yüzde 74,2’sini, katma değerin yüzde 54,1’ini, ihracatın yüzde 56,2’sini ve ArGe harcamalarının yüzde 19,6’sını KOBİ’ler oluşturmaktadır. Bugünün büyük ölçekli firmalarının bir çoğu dünün KOBİ’siydi. KOBİ’ler kadar KOBİ’den BÖİ’ye dönüşen işletmelerin iç faktörler açısından en büyük problemi yönetim felsefesi sorunudur. Eğer, yönetim felsefeniz monarşilerde olduğu gibi miras yoluyla geçen mutlak bir düzene ya da özünde bir bilgisi becerisi olmayan sözde yöneticilere dayanıyorsa biliniz ki işleriniz sarpa saracaktır.
Fiyatı belirleyen unsurlar; sınai ve ticari maliyet ile artık değerdir. Ticareti belirleyen unsurlarsa; konjonktür, yönetim ve doğa yasalarıdır. Bu iki unsura iki şey etki eder. Birincisi yasal çerçeve diğeri MAYZ etkisidir. MAYZ etkisi manipülasyon, ajitasyon ve yapay zeka ile ticarete ve siyasete yön veren güçtür. Çağımızın en büyük hastalığı da budur.
Lana ve Lily Wachowski kardeşlerin birlikte yazıp yönettiği Matrix serisinin ilk sinema filmini izleyenler hatırlayacaktır Film, izleyiciye sürrealizmin penceresinden felsefi konulara dair bir bakış sunar. Toplumsal uyanış, gelecek vurgusu ve gerçeklikkonuları bunların arasındadır.
Yeryüzünde kurulu sistemin insanın aklını bozduğu, dünyevi meselelerin batağında boğulan insanın beynini özgürleştirmek yerine manipülasyon ve ajitasyonla prangalar vurduğu anlatılır.
Şirket yönetiminin en temel işlevi, işlerin hedeflenen düzeyde başarıyla yürütülmesidir. İnsan sermayesi adlı teorisiyle Nobel ödülü kazanan Amerikalı ekonomist Theodore W.Schultz, kurumsal düzenle, sosyal düşünce arasındaki ilişkiye şu sözleriye dikkat çeker “Baskın sosyal düşünce toplumun kurumsallaşmış düzenini şekillendirir ... ve kurulan kurumların işlevsizleşmesi de sosyal düşünceyi değiştirir.” 1937 yılında “Hesaplanabilir Sayılar Üzerine” bir teori yayımlayan, dijital devrimin babası Alan Turing ise günümüzden yaklaşık 80 yıl önce muazzam bir öngörüyle şu tespiti yapmıştır. “Çeşitli işler için çeşitli makineler üretme konusundaki mühendislik sorununun yerini, artık bu işleri yapacak olan evrensel makinelerin programlanmasına yönelik çalışmalar almıştır. ’Schultz’un ve Turing’in bu görüşlerinden yola çıkarak şunu söylemek mümkün; İşletmeler işlevini yitiren yönetim anlayışını hızla terk etmelidir. İşlevini yerine getiren bir yapı bozulmamalıdır. Anlamın, anlamını yitirdiği ve doğruların hızla buharlaştığı günümüzde bunu yapmak kolay bir iş değildir. O yüzden dikkatli olmalı, kaş yapayım derken göz çıkarılmamalıdır. Buna direnen baskın bir yönetim anlayışı ile bunu dileyen bilinçsiz bir yönetim anlayışı arasında sonuçlar açısından hiç bir fark yoktur. Çağın dışında kalmış kurumsal düzen, işlevsiz hale gelmiş şirket yönetimiyle birlikte şirketin geleceğini şekillendirir.