Sürdürülebilirlik: Artık Bir Rekabet Zorunluluğu
Günümüzde sürdürülebilirlik, yalnızca çevresel bir sorumluluk değil; aynı zamanda şirketlerin stratejik konumlanmasıve pazar erişimi için vazgeçilmez bir faktör haline gelmiştir. Müşteriler, yatırımcılar, çalışanlar ve kamu otoriteleri gibi tüm paydaşlar artık yalnızca ürünün kalitesine ve fiyatına değil, nasıl üretildiğine de odaklanmaktadır.
Doğaya ve topluma duyarlı, sorumlu şekilde temin edilmiş çelik talebi, giderek artmaktadır. Geçmişte yalnızca yerel mevzuata uygunluk yeterli kabul edilirken, günümüzde uluslararası sürdürülebilirlik standartlarına proaktif uyum sağlamak, rekabetçilik açısından bir gereklilik halini almıştır.
Uymayanın Kaybettiği Yeni Dönem
Yeşil ürünlere ve temiz üretime yönelik beklentileri karşılayamayan firmalar;
• Pazar kaybı,
• Marka ve itibar zedelenmesi,
• Yatırım ve finans kaynaklarına erişim kısıtları gibi çok boyutlu risklerle karşı karşıya kalmaktadır.
Bu tablo, sürdürülebilirliğin artık Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) başlığı altında ikincil bir unsur olmaktan çıkıp, şirket stratejilerinin ve iş modelinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Geleneksel Yüksek Fırın (BF-BOF)- Elektrik Ark Ocakları (EAF) ve Hidrojen Teknolojisinin Geleceği
Yeşil Çelik: Teknoloji, Zorluklar ve Türkiye’nin Stratejik Konumu
Yeşil çelik, üretim sürecinde fosil yakıt kullanımının minimize edildiği, düşük karbonlu veya karbon nötr teknolojilerle üretilmiş çelik olarak tanımlanmaktadır. Geleneksel yüksek fırın (BF-BOF) yöntemine kıyasla, yeşil çelik üretiminde elektrik ark ocakları (EAF) tercih edilmekte; enerji kaynağı olarak ise yenilenebilir kaynaklar kullanılmaktadır. Bu temel fark, çelik üretiminin çevresel ayak izini önemli ölçüde azaltma hedefini beraberinde getirmektedir.
Avrupa Birliği’nin CBAM (Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması) gibi karbon temelli dış ticaret politikaları, yeşil çelik üreticilerine uluslararası pazarda önemli bir rekabet avantajı sunmaktadır.
Yeni Nesil Üretim Teknolojileri: Hidrojenle İndirgeme
Geleneksel yüksek fırınlarda demir cevheri (Fe₂O₃) ile kömür (C) tepkimeye girerek karbon dioksit (CO₂) açığa çıkar (Fe₂O₃ + 3C → 2Fe + 3CO₂). Oysa yeşil çelik üretiminde, demir cevheri hidrojen (H₂) ile tepkimeye sokularak su buharı üretilir (Fe₂O₃ + 3H₂ → 2Fe + 3H₂O). Bu reaksiyon, karbon emisyonu yaratmadan çelik üretimini mümkün kılmaktadır.
Elektrik ark ocakları ise geri dönüştürülmüş çeliği, yenilenebilir enerji ile eriterek çevresel etkileri minimuma indirmektedir.
Karşılaşılan Zorluklar ve Teknik Engeller
Yeşil çeliğe geçişin önünde bazı önemli yapısal ve ekonomik engeller bulunmaktadır:
• Yeşil hidrojen üretimi, geleneksel gri hidrojene kıyasla 2 ila 4 kat daha pahalıdır.
• Mevcut teşvik mekanizmaları, hidrojen teknolojisinin yaygınlaştırılması için yetersiz bütçelerle desteklenmekte; birçok üretici bu imkanlardan habersizdir.
• Hidrojenin taşınması ve depolanması için gerekli altyapı hâlâ yeterli düzeyde değildir.
• Ayrıca, 1 ton yeşil çelik üretimi için yaklaşık 4–6 MWh düzeyinde temiz enerji gerekmektedir.
Bu gereklilikler, yeşil çelik üretiminde yüksek yatırım maliyetlerini beraberinde getirmekte, ölçeklenebilirliği sınırlamaktadır.
Küresel ve Ulusal Projeler: Türkiye’nin Rolü
İsveç’te HYBRIT ve İspanya’da H2Green Steel gibi öncü projeler, hidrojen bazlı çelik üretimini ticari ölçeğe taşımayı hedeflemektedir. Türkiye’de de benzer adımlar atılmaktadır:
Kardemir ve Erdemir, hidrojen tabanlı üretim için pilot tesisler kurma yönünde Ar-Ge faaliyetlerini hızlandırmış; bu durum, diğer üreticilere de yön gösterici olmuştur.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2053 Net Sıfır Emisyon hedefi doğrultusunda yeşil çelik yatırımlarına yönelik teşvikleri artırmış ve stratejik planlamalara dahil etmiştir. Bu gelişmeler, Türkiye’nin sadece uluslararası düzenlemelere uyum sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda teknoloji geliştirici ve uygulayıcı bir aktör olma potansiyeline işaret etmektedir. Proaktif yaklaşım, Türkiye’nin uzun vadeli rekabet gücü açısından kritik bir hamledir.
Pazar Dinamikleri ve Tüketici Farkındalığı: Talep Soru
Yeşil çeliğin yaygınlaşmasının önündeki en temel engellerden biri, tüketici farkındalığının düşük olmasıdır. Özellikle otomotiv ve inşaat gibi nihai kullanıcı sektörlerde, çevresel faydalar hakkında bilgi eksikliği ve yeşil ürünlere ek bedel ödeme konusundaki isteksizlik, üreticilerin yüksek maliyetli yeşil yatırımlarını gerekçelendirmesini zorlaştırmaktadır.
Bu durum, pazarın yeşil çeliğe olan talebini zayıflatmaktadır. Dolayısıyla, yeşil dönüşüm stratejisinin yalnızca üretim teknolojileriyle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda pazar eğitimi ve tüketici talebi yaratma adımlarıyla desteklenmesi gerekmektedir. Sanayicilerin bu alandaki öncülüğü, dönüşümün başarısı açısından kritik öneme sahiptir.
Sektörel Önemi ve AB Politikalarıyla İlişkisi: CBAM ve Türkiye’ye Yansımaları
Demir-çelik sektörü, Avrupa Birliği’nin yürürlüğe koyduğu CBAM kapsamında stratejik öneme sahip sektörlerden biridir. CBAM, karbon kaçağını önlemek amacıyla tasarlanmış ve Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi (EU ETS) ile entegre çalışan bir piyasa mekanizmasıdır.
Bu düzenleme, 1 Ocak 2023 tarihi itibarıyla başlayan üç yıllık geçiş dönemi kapsamında henüz mali bir yükümlülük getirmemekle birlikte, 2025 yılı sonrasında AB’ye ihraç edilen ürünlerde gömülü karbon emisyonları üzerinden vergi tahsilatı yapılmaya başlanacaktır. Bu durum, özellikle Türkiye gibi AB’ye yüksek oranda çelik ihracatı gerçekleştiren ülkeler için doğrudan ve ciddi finansal etkiler doğuracaktır.
CBAM’ın tam uygulamaya geçmesiyle birlikte, düşük karbon emisyonlu üretim yöntemleri ve Çevresel Ürün Beyanı (EPD) gibi belgeler firmalar için sadece rekabet avantajı değil, aynı zamanda ihracat sürdürülebilirliği açısından zorunluluk haline gelmektedir.
2025 yılında Türkiye’nin demirçelik sektörü de dahil olmak üzere beş temel sektör de Avrupa Birliği’ne yaptığı ihracat nedeniyle toplamda 771 milyon Euro tutarında ek vergi yüküyle karşı karşıya kalacağı yıl sonunda öngörülmektedir. 2026 hedefi ile birlikte bu ek maliyetin Türkçelik sektörünün uluslararası pazardaki rekabetçiliğini etkileyeceği düşünülüyor. Bu ek maliyet, Türk çelik sektörünün uluslararası pazarlardaki rekabetçiliğini zayıflatma riski taşımaktadır.
Geçmiş dönem analizleri, yüksek fırın teknolojisinin artan kullanımının hem ihracat hem de endüstriyel kârlılık açısından pozitif bir katkı sunduğunu göstermektedir. Türkiye’deki yüksek fırın kullanım oranı %23,5 düzeyinde olup, hâlen endüstriyel katma değer yaratma potansiyeli taşımaktadır. Ancak, küresel ölçekte hızla yayılan karbon fiyatlandırma politikaları ve CBAM gibi düzenlemeler, sektörün mevcut üretim yapısıyla uzun vadede sürdürülebilir bir rekabet avantajını korumasını zorlaştırmaktadır.
Araştırmalar, karbon fiyatlamasının belirli bir seviyeye kadar endüstri hedeflerini doğrudan saptırmayacağını öngörse de, yüksek karbon maliyetleri karşısında yüksek fırın oranındaki artışın katma değer üretme kapasitesini sınırlandırabileceği vurgulanmaktadır. Bu durum, sektörün bugünkü rekabet avantajlarını korurken karbon maliyetlerini azaltacak yeşil üretim teknolojilerine geçiş yapmasını stratejik bir zorunluluk haline getirmektedir.
EPD, LCA ve ResponsibleSteel: Yeşil Dönüşüm Sertifikasyonlarının Stratejik Önemi
Çevresel Ürün Beyanı (EPD), bir ürünün üretim sürecinin çevresel etkilerini şeffaf biçimde ortaya koyan ve yeşil dönüşüm sürecini belgeleyen uluslararası bir standarttır. Türkiye’den örnek vermek gerekirse, demir-çelik sektöründe Tosyalı Holding’in bu belgeyi tercih etmesi, yeşil dönüşüm yolculuğunda önemli bir adımı temsil etmektedir.
EPD belgesi alım süreci, her belge için tek seferlik bir kayıt ücreti ile birlikte, firma büyüklüğüne göre belirlenen yıllık kayıt ve üyelik ücretlerini içermektedir. Bu noktada, T.C. Ticaret Bakanlığı’nın Pazara Giriş Belgeleri desteği kapsamında EPD belgesi alımına yönelik %50’ye varan devlet teşviki de firmalar açısından önemli bir maliyet avantajı sunmaktadır.
Yaşam Döngüsü Analizi (LCA) ise ISO 14040/44 standartlarına dayalı olarak yürütülen ve bir ürünün veya hizmetin çevresel etkilerinin tüm yaşam döngüsü boyunca değerlendirilmesini sağlayan bilimsel bir yöntemdir. LCA, bir şirketin sürdürülebilirlik veya kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) stratejisinin temelini oluşturur. Zira, ancak ölçülen verilerle bilinçli ve stratejik kararlar alınabilir. LCA çıktıları, ürün geliştirme, Ar-Ge, tedarik zinciri yönetimi, pazarlama ve satış gibi pek çok departman için eyleme geçirilebilir içgörüler sunmaktadır.
ResponsibleSteel ise demir-çelik sektörü için geliştirilmiş, dünya çapında geçerliliği olan tek çok paydaşlı sürdürülebilirlik standardı ve sertifikasyon programıdır. Bir sürdürülebilirlik danışmanlığı olarak ihracatta daha avantajlı olmak ve prestij anlamında ResponsibleSteel sertifikasyonu olmasını destekliyoruz. Gerçekçi, uygulanabilir ve prestijli bir yeşil çelik belgesi olarak, yalnızca çevresel değil sosyal sorumluluk kriterlerini de kapsamaktadır. Programın temel amacı, çeliğin net sıfır emisyon hedeflerine giden yolda çevresel ve sosyal açıdan sorumlu üretimini teşvik etmek ve çeliğin sürdürülebilirliğe katkısını en üst düzeye çıkarmaktır.
Güncel durumda, 19 farklı ülkede 80’in üzerinde üretim tesisi ResponsibleSteel temel sertifikasını almış durumdadır. ArcelorMittal, Aperam ve Acciai Speciali Terni (AST) gibi öncü firmaların da bu sertifikaya sahip olması, programın sektörel geçerliliğini ve yaygın uygulanabilirliğini ortaya koymaktadır. 2024 sonunda yayımlanan ResponsibleSteel Standardı V2.1.1 revizyonu, ‘adil geçiş’ kavramını merkeze alarak, işçi hakları ve yerel toplulukların korunması gibi sosyal boyutları da sürece dâhil etmiştir.
Yeşil Çelik Sürecinde ISO 50001 Enerji Yönetim Sistemi
ISO 50001, kurumların sistematik bir enerji yönetimi yapısı kurmalarını sağlayan uluslararası standarttır. Enerji performansının sürekli iyileştirilmesi ve maliyetlerin azaltılması için gerekli süreçleri tanımlar ve uygulatır.
ISO 50001 belgesinin sağladığı
temel avantajlar:
• Enerji Tasarrufu ve Maliyet Azaltımı,
• Çevresel Sürdürülebilirliğe Katkı,
• Sürekli İyileştirme Kültürü,
• Yasal Uyumun Sağlanması,
• Kurumsal İtibarın Güçlenmesi
Bu standart, yeşil çelik yolculuğunda temel yapı taşlarından biri olarak değerlendirilmekte; sürdürülebilir üretim hedeflerini destekleyen yönetim sistemlerine entegre edilmektedir.
Sertifikaların Stratejik Katkıları
EPD ve ResponsibleSteel gibi uluslararası standartlar; firmalara aşağıdaki stratejik avantajları sağlamaktadır:
• Rekabetçi Pazar Avantajı ve Yeni İş Fırsatları,
• Güvenilirlik ve Marka İtibarında Artış,
• Risk Azaltımı ve Operasyonel Verimlilik,
• Yeşil Finansmana ve ESG Yatırımlarına Erişim,
• Küresel İklim Hedefleriyle Uyum ve Liderlik,
(Paris Anlaşması ve Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile uyumlu hareket edildiğini belgeleyen güçlü bir kurumsal duruş sağlar.)
Bu sertifikalar; firmaların yalnızca yeşil dönüşüm vizyonuna sahip olduğunu değil, aynı zamanda bu vizyonu somut aksiyonlarla desteklediğini gösteren stratejik araçlardır.
. . .
İçerik sadece atıfta bulunularak yayınlanabilir:
Sivas İş Dünyası. Editöryal görüş, yazarın
görüşüne aykırı olabilir.