KMC Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Eren: “Hammaddesi demir çelik olan her sektöre girmeye hazırız”
KMC – Kayseri Metal Center Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Eren’i ofisinde ziyaret ettik. Demir çelik sektörünün 2008 krizi sonrası izlediği yolu, yapmış oldukları çalışmaları ve projelerini konuştuk.
KMC – Kayseri Metal Center Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Eren’i ofisinde ziyaret ettik. Demir çelik sektörünün 2008 krizi sonrası izlediği yolu, yapmış oldukları çalışmaları ve projelerini konuştuk.
Demir çelik sektörünün deneyimli isimlerinden biri olarak, 2008 krizinin sektöre olan etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yaklaşık olarak 25 – 26 yıldır demir çelik sektöründe faaliyet gösteriyorum. 2008 krizi benim gördüğüm beşinci krizdi fakat hiçbir kriz 2008 krizi kadar etkili olmamıştı. Bu sadece benim değil hemen hemen herkesin düşüncesi… “Son 80 yılın en ağır krizi” olarak nitelendirildi. Yani 1929 buhranından sonraki en vahim durum. Özellikle demir çelik sektörü olarak çok acı günler yaşadık. 1428 dolara antrepoya indirdiğimiz sacı 400 dolara satmak zorunda kaldık. Fakat daha acısı neydi biliyor musunuz? 1428 dolara alıp 400 dolara sattığımız malzemenin gümrük vergisini 1428 dolardan ödemek zorunda kaldık. O dönemde devlet bizlere en ufak bir destek sağlamadı. Birçok firma iflas etti. İşgüzar bankacılar kredileri erken geri çağırdılar ve işletmeleri zor durumda bıraktılar. KMC olarak o dönemde müşterilerimize elimizden gelen bütün kolaylıkları gösterdik, alacaklarımızı erteledik. Mümkün olduğu kadar meslektaşlarımızı ayakta tutmaya çalıştık. Muhakkak ki her sektör o dönem çok zor günler geçirdi fakat demir çelik firmaları 2008 krizinin faturasını çok ağır ödedi. Sektör olarak yalnız bırakıldık. Eğer 2001 krizini yaşamamış olsaydık, emin olun 2008 yılı Türk ekonomisinin sonu olabilirdi. Her şeye rağmen krizi iyi yönetmeyi başardık ve bugünlere geldik.
Peki, o dönem sonrası sektördeki ticaret anlayışında ne gibi değişiklikler oldu?
Kriz sonrası sektörün ticaret anlayışı önemli ölçüde değişti. Sizlerin de bildiği gibi 2008 yılına kadar yassı çelik sektöründe net ithalatçı idik. 2008 krizinin hemen öncesinde İSDEMİR 3 milyar dolarlık yassı çelik yatırımını tamamladı. Kriz esnası ve sonrasında Borçelik, Tezcan gibi firmaların kapasite artırımları oldu. Daha sonra Tat Metal ve MMK’nın yatırımları devreye girdi. Yine Çolakoğlu, Habaş gibi firmalar yatırıma yöneldiler. Yapılan yatırımların neticesinde net ithalatçı konumundan net ihracatçı konumuna geçtik. Krizin etkisiyle talepte de düşüş olunca sektörde sıkı bir rekabet başladı. Üreticiler nihai kullanıcıya yönelip ara tüccara verdiği kara göz dikti. Pazarlama ve Satış kadrolarındaki personel sayısını arttırdılar. Buna karşılık ara tüccarlar maliyetlerini kısma yoluna gittiler. Birçok firma depolarını kapattı, şirket merkezlerini küçültüp daha ekonomik ofislere taşıdılar. Tonajları düşürüp karlılığı arttırmanın yollarını aramaya başladılar. Farklı şehirlerdeki şubelerini kapatıp o bölgelerde Home Office olarak faaliyet göstermeye karar verdiler. Artık kimse stok tutmamaya başladı. Bu sistemi yakın zamanda üreticiler de benimserse hiç şaşırmam. Bu bahsettiğim uygulamaları hayata geçirmeyenlerin bir kısmı da sektör değiştirdi. Dönem dönem bana soranlar da oluyor: “İş değiştirmeyi düşünüyor musunuz?” diye… Ben nasıl sektör değiştirebilirim ki? Bu işi yapacağım diye Gebze’de 100 bin metrekare arsa aldık, üzerine sadece demir çelik sektöründe kullanılmak üzere binalar yaptık. Demir çelik ürünleri tonajlı malzemeler olduğu için kapalı alanları tek kat üzerine inşa ettik… Sadece 500 bin Euro’luk vinç yatırımı yaptık. Çelik Servis Merkezi için 11 adet makina aldık. Bu makinalara milyon Eurolar ödedik. Bugün sektör değiştirmeye karar verip bu teçhizatları elden çıkarmaya karar versek, 10’da 1 maliyetine satamayız. Soruyorum size ben nasıl sektör değiştirebilirim? Onun için biz demir çelik sektöründe kalmak zorundayız ve kalacağız.
Peki, KMC olarak sizin ticaret anlayışınızda bir değişiklik oldu mu?
Tabi ki oldu… 2008 ve 2009 yılında, o sıkıntılı dönemlerde sadece KMC olarak (diğer iştiraklerimiz hariç) üst üste 600 bin ton iş yaptık. Sonra baktık ki üreticiler yatırımlarını arttırıyor ve nihai kullanıcıya yöneliyor, önlem alalım dedik ve kar marjı düşük, yüksek tonajlı işlerden uzaklaşmaya başladık. 2010 yılında 410 bin tonlara düştük. Baktık ki 410 bin ton’dan elde ettiğimiz kar ile 610 bin ton’dan elde ettiğimiz kar aynı… Hatta daha iyi… 2011 yılında makinalaşmaya ağırlık verdik ve 2011 yılını 340 - 350 bin tonlarla kapattık. 2010 yılına göre daha fazla kar elde ettik. Eskiden “Soğukçu” olarak bilinen firmamızın ürün yelpazesini genişlettik ve 11 kalem malzemeyi müşterilerimize sunmaya başladık. Aslımızı inkar etmenin anlamı yok; biz Kayseri firmasıyız. İhracatı sonradan öğrendik ve bugün ihracatımız, toplam satışlarımızdan yüzde 17 pay alıyor. Yeri geliyor, ithalat yaptığımız ülkeye, hatta aynı bölgeye malzemeyi işleyip ihraç ediyoruz. Önümüzdeki dönemlerde ihracat payını yüzde 40’lara çıkarmayı planlıyoruz. Bugün baktığınızda Levhadan, boyalı sacdan, galvanizli sacdan tutun; yassı mamulde her türlü ürünü bünyemizde bulunduruyoruz. Bugün örnek veriyorum; sadece sıcak sac satıp “Para kazandım” diyen firmalara akıl sır erdiremiyorum. Personel giderleri, makinalar, enerji ve nakliyat giderleri vs. hesaplandığında 13 dolar birim maliyetimiz ortaya çıkıyor. Sadece tek kalem malzeme satarak bu maliyetleri çıkarmamız mümkün değil. Eskisi gibi kar marjlarında yüksek rakamlar görmek artık hayal oldu. O dönemlerde de para kazandıklarını zannedenler spekülasyondan dolayı para kazanamıyordu zaten… Eskiden yurt dışından 600 dolara bağlantı yapılıyordu, gemi limana geldiğinde fiyat 1100 dolara çıkmış oluyordu. 1100 dolara satıp 500 dolar para kazandıklarını zannediyorlardı. Soruyorum size nerede şimdi o kazandıkları paralar? Öyle büyük paralar hiç kazanılmadı bu ülkede… İnsanlar sadece kazandıklarını zannettiler.
Peki, o zamanki piyasa şartları mı doğruydu şimdiki şartlar mı?
Şimdi ki şartlar doğru… Çünkü dünyadaki bütün gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde piyasa koşulları bu çerçevede şekilleniyor. Bugün maliyetlerinizi, vergilerinizi düştükten sonra kalan bir çok kesim tarafından yadırganan düşük marjlar “gerçekten kazanılmış” olan rakamlardır. Artık bu piyasa koşullarını herkesin kabul etmesi lazım…
Bazı üreticiler yatırımlarını askıya aldılar, hatta daha açık konuşmak gerekirse yatırımdan vazgeçtiler. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Türkiye, hurda ithalatında dünyada 1. sırada yer alıyor. Ülkemizde yeteri kadar demir cevheri yok. Varsa da işletmeye alamıyoruz. Hurdaya bağımlı şekilde, ark ocağı ağırlıklı üretim yapıyoruz. Yeterli cevher olmadığı için entegre tesis sayısı az… Ark ocağı enerji ile çalışıyor ve biz enerjide doğalgaza bağımlıyız. Doğalgazı da ithal ediyoruz. Hurdanın maliyetini, enerji ve diğer maliyetleri göz önünde bulundurduğunuzda rakamlar fazlasıyla şişiyor. Üstüne üstlük bahsettiğiniz yatırımlar milyar dolarlık yatırımlar… Haliyle harcanan bu paraların geri dönüşümü mümkün olmuyor ya da çok uzun yıllar alıyor. Haliyle bu kriterleri göz önünde bulunduranların yatırımdan vazgeçmelerini doğal karşılıyorum.
Peki, hükümetin 2023 yılı için 500 milyar dolar ihracat hedefi belirlemesine nasıl bakıyorsunuz? Sanırım demir çelik sektörü için hedeflenen ihracat rakamı da 100 milyar dolar…
Son beş yıllık büyüme oranlarına baktığımız zaman bu hedef yakalanacakmış gibi duruyor. Özellikle 2023 yılına kadar tek parti iktidarı devam ederse hedefin tutturulacağına inanıyorum. Fakat önemli olan ihracatın 500 milyar dolara çıkması değil bunun ne kadarının ithalatla sağlanıyor olduğu… Eğer 500 milyar dolar ihracata karşılık toplam ithalatı 300 milyar dolarda tutabiliyorsan başarılısın. Lakin bizim ihracatımızın çok büyük bir kısmı ithalata dayalı şekilde gerçekleşiyor. Biz Türkiye olarak kendi öz kaynaklarımızla, kendi hammaddemizi işleyip değer yaratmıyoruz ki Demir çelik ihracatı yapıyoruz ama hurdayı dışarıdan ithal ediyoruz. Otomotiv ihraç ediyoruz ama otomobilin katma değeri yüksek parçalarını ithal ediyoruz. Bir gemi sac gönderiyoruz, diyelim ki 3 bin ton; 2 milyon dolar ediyor. Karşılığında 3 tane Ferrari ithal edebiliyoruz. Sürekli konut inşa ederek ekonomiyi şişiriyoruz. 8 ay önce elime geçen bir raporda, sadece İstanbul’da 440 bin konut fazlası olduğunu okudum. Plansız, günü kurtaracak işler yapıyoruz. Benim en büyük korkum Türkiye’de inşaat sektörünün çökmesi… Çünkü inşaat sektörü 100’ü üzerinde farklı alana hitap ediyor. Zarar görürse etkileri çok büyük olur.
KMC olarak çok sayıda iştirakleriniz var. MGE Metal, Eko Bant, Saccı Metal, Tut Kelepçe v.b bir çok firmayı sayabiliriz. Bu tür yeni iştirakler oluşturmaya devam edecek misiniz?
Evet, önümüzdeki dönemlerde bu tür iştirakler oluşturmaya devam edeceğiz. Çok yakında, çok önemli konularda ismimizi duyacaksınız. Farklı ve nitelikli işler yapmayı seviyoruz. Bizim bütün iştiraklerimiz alanında fark yaratan, ihracat odaklı çalışan, katma değer üreten firmalardan oluşmaktadır. Mesela MGE Metal adlı firmamız 2000’li yıllarda ERDEMİR ve Borçelik’ten sonra haddehanesi olan üçüncü firmaydı. Kapasitesi 36.000 ton olmasına rağmen biz hala 13 bin ton ile çalışıyoruz çünkü tonajı arttırdığımızda aynı karlılığı yakalayamıyoruz. Fakat çok stratejik bir haddehanemiz var. Ürünlerin neredeyse tamamını ihraç ediyoruz. Türkiye’de rakipsiziz, Avrupa’da ise 2. firma konumundayız. Yine Tut Kelepçe adlı firmamızın hem Türkiye’de hem de Mısır’da fabrikası bulunuyor. Bünyesinde 250 kişi istihdam ediyor. Türkiye’nin alanında en tanınmış markası ve üretiminin yüzde 75’ini ihraç ediyor. İzmir’de özel profil üretimi yapan bir firmayı yine bünyemize kattık. Orada da çok sayıda çalışanımız bulunuyor. Adını burada sayamadığım daha bir çok iştirakimizde nitelikli işler yapıyoruz, istihdama ve ekonomiye katkı sağlıyoruz. Bunların dışında iyi yönetilmemiş, işletme sermayesi yeterli olmayan firmaları hakim ortak prensibiyle satın alıp Türk sanayisine kazandırıyoruz. Yatırım yapıyoruz ve karlı hale getiriyoruz. Yurt dışından bu firmalarımızı satın almak isteyen şirketler oluyor, bunları değerlendiriyoruz. Bu tür yatırımlara devam edeceğiz. Karlı olan her işe girmeye devam edeceğiz. Hammaddesi demir çelik olan her işte varız. Yukarıda bahsettiğiniz firmaların hepsinin hammaddesi demir çelik… Bu bir güç meselesi…
Arap Baharı’nın ülkemize olan etkileri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Arap Baharı ihracatımıza büyük zararlar verdi. Çünkü o ülkelerde çok ciddi mühendislik hizmetleri veriyorduk. Beyaz eşyada, dayanıklı tüketim mallarında önemli ihracatlar yapıyorduk. Yine demir çelik sektöründe yüklü ihracatlarımız söz konusu idi. Mısır, inşaat demirinde en büyük pazarlarımızdan biriydi. Kısa ve orta vadede bu bölgelerde suların durulmasıyla yeniden ihracatımızın artacağını, hatta eskisinden çok daha iyi noktalara geleceğini düşünüyorum.
Yılın ikinci yarısıyla birlikte yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ticaret Kanunu’na nasıl bakıyorsunuz?
Bence yeteri kadar araştırma yapılmadan, Türkiye şartlarını göz önünde bulundurmadan hazırlanmış bir kanun gibi duruyor. Bu şekliyle yürürlüğe girerse çok sayıda firmanın kapanacağını ve ticaretin daralacağını düşünüyorum. Türkiye’deki firmaların neredeyse tamamı aile şirketlerinden ibaret… Aile şirketleri yeni kanunla birlikte çok zor durumlara düşecektir. Şimdiki şartların muhakkak değiştirilmesi, iyileştirilmesi ve sistemin gelişmiş ülkelere yakınlaştırılması gerekiyor fakat bu geçiş sürecinin iyi ayarlanması şart. Ben yeniden düzenleneceğini ve bu haliyle yürürlüğe girmeyeceğini düşünüyorum.
Son açıklanan teşvik paketi “Cumhuriyet tarihinde bir ilk” olarak tanımlanıyor. Sizce faydalı olacak mı?
Açıkçası hükümetin iyi niyetinden başka bir şey değil… Hükümet gerçekten iyi niyetli, bir şeyler yapmak, ülkeyi kalkındırmak istiyor. Birçok projeye imza atıyorlar. Fakat Türkiye’de ne yaparsan yap, bir bacağının ihracat olma zorunluluğu var. İhracat demek deniz demek, liman demek… Deniz olmayan yerde ihracat olmaz. Bana göre çok iyimser bir paket. Onun haricinde ben kimsenin gidip Doğu’ya sadece sigorta avantajı için, vergi avantajı için yatırım yapacağını düşünmüyorum. Bunu art niyetli insanlar kullanacaklardır. Şirket merkezlerini o bölgelerde açıp göstermelik fabrikalar kuracaklar… Dediğim gibi bu konuda çok iyimser değilim.
Batıda kalifiye eleman bulamazken, o bölgelerde nasıl nitelikli personel bulunabilir ki?
Çok güzel bir noktaya değindiniz… Bildiğiniz gibi futbol camiasının da içerisindeyim. Bahsettiğiniz sorunu bu alanda da yaşıyorum. Scout ekibimiz bir oyuncuyu izliyor ve beğeniyor. Faydalı olacağına karar verip transfer etmek istiyoruz. Talep ettiği ücreti ödemeyi kabul ediyoruz fakat oyuncu gelmek istemiyor. Uluslar arası düzeyde okul olup olmadığına bakıyor, ailesinin Kayseri’ye uyum sağlayamayacağını düşünüyor ve çok daha az rakamlara farklı takımları tercih ediyor. Alacağı rakamlarda çok ciddi bir fark olursa geliyor, en fazla bir – iki yıl kalıp gidiyor. İstanbul’u, İzmir’i, Ankara’yı tercih ediyor. Kayseri gibi 1 milyon 200 bin nüfusu olan, günde 13 uçak seferi olan, sosyo – ekonomik açıdan gelişmiş bir şehre getiremediğiniz insanları Doğu illerine nasıl getireceksiniz? Üst düzey mühendisleri, yöneticileri o şehirlere nasıl taşıyacaksınız?
Demir çelik sektörünün dışında farklı alanlara girmeyi planlıyor musunuz?
Hayır… Hammaddesi demir çelik olmayan alanlara girmeyi düşünmüyorum. Farklı olarak çok sayıda gayrimenkul yatırımlarımız var, o alana ağırlık veriyoruz.
Kayseri Erciyesspor’dan bahsedelim biraz da… Yeniden, 2. kez kulübün başkanlığını üstlendiniz. Neler yapıyorsunuz? Kayseri Erciyesspor ile ilgili planlarınız nelerdir?
Takımı devraldığımızda ciddi sıkıntıları vardı. Kimse bu tür kulüplerde görev almak istemiyor çünkü ciddi maliyetleri, cebinden para harcayıp üstüne tribünlerden küfür yemek gibi riskleri olan bir iş çünkü… Türkiye’de taraftar sürekli olarak başarı bekliyor, başaramayınca tepki gösteriyor. Dünyada sürekli başarılı olan, maç kaybetmeyen bir takım da yok. Buna rağmen, memleket sevdamız hasebiyle 2006 yılında bu görev bize tevdi edildi, kabul ettik. 2010 yılında yine çok baskı aldık ve tekrardan bu göreve geldik. Ama bu saatten sonra isteyerek, severek yapıyoruz. Baktık ki birileri 3-5 ay görev alıp günü kurtarma adına kulübü içinden çıkılmaz hallere sokuyorlar, buna dur demeye karar verdik. Ülkemizde çok köklü kulüplerin ne hallere düşürüldüğünü sizler de biliyorsunuz. Adını vermek istemediğim bu kulüplerin durumuna Kayseri Erciyesspor’un düşmesine izin veremezdik. Kulübü kurumsal bir kimliğe büründürmeye çalışıyoruz, alt yapıya yatırım yapıyoruz. Şu anda alt yapıdan çıkan 4 oyuncumuz ilk 11’de 90 dakika forma giyiyor. Kısmetse bu sayı daha da artacak. Şu anda kirada olan ve farklı liglerde oynayan 18 tane oyuncumuz var. A takımımızın dışında farklı klasmanlarda 9 takımız daha var. 9 ayrı takım demek, yaklaşık 200 oyuncu demek, 27 tane hoca demek. Tesislerimiz tamamlandı, ihtiyaç duyarsak yenilerini de yapacağız. Çünkü yaptığımız yatırımların meyvelerini de almaya başladık. Bugün kulüp lisansı alan aşağı yukarı 12 kulüpten bir tanesiyiz. Kısacası kulüp olarak başarıya doğru yürüyoruz.
Son olarak Sosyal Sorumluluk Projelerinde sıkça gördüğümüz bir isimsiniz. Size gelen talepleri geri çevirmeyen bir işadamısınız… Örnek teşkil etmesi açısından yapmış olduğunuz çalışmaları bizimle paylaşır mısınız?
Aslında bu tür hayırların çok ön plana çıkmasını istemiyorum fakat örnek teşkil edecekse paylaşmak isterim. 5 okul ve bunun dışında Erciyes Üniversitesi için çeşitli birimler yaptırdık. Kısmetse 6. temeli Sayın Cumhurbaşkanımızın katılımıyla atacağız. İlaç Araştırma Enstitüsü inşaatına başlamayı planlıyoruz. Proje yaklaşık 12.000 metrekare kapalı alan içeriyor. İnşallah hayırlısıyla başlayıp teslim edeceğiz.
Her zaman söylüyorum; siz verdikçe Allah (c.c) size daha fazlasını veriyor. İlk olarak babamın adına bir Anadolu Lisesi yaptırmaya niyetlendim. Dönemin Valisi Sayın Nihat Canpolat’a bu düşüncemden bahsettim ve dedim ki “Sayın Valim benim böyle bir hevesim var, işe başladığım yıllardan beri hayalini kuruyorum fakat henüz hazır değilim” Kendisi bunu duyunca çok sevindi ve “Sen başla, yetişemediğin yerde ben sana destek olurum, korkma” dedi. “Sayın Valim biz başladığımız işi yarım bırakmayız, bitiririz fakat şu anda tam hazır değilim” dediysem de ısrarlarını kıramadım ve kendisinden 3 yıl müddet istedim. İnanın o an itibariyle o projeyi yapıp bitirecek sermayem yoktu. İşi tamamlamayı gözüm kesiyordu ama işlerim fazlasıyla aksayacaktı. Evet demiştim ama işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Protokol yaptık ve işe başladık. İnanır mısınız 3 yılda bitireceğim okulu 8 ayda bitirip teslim ettim. Bitirdiğim gün annemin adına yaptırmak için daha büyük bir okul adına protokole oturdum. Onu da yine bana verilen sürenin yarsında bitirdim. Bu iş içerisine girmeden, dışarıdan abartılıp da anlatılıyor gibi görünebilir. Gerçekten öyle değil. İşlerin nasıl yolunda gittiğine, işlerin nasıl bereketlendiğine kendim bile inanamadım. Sonraki okullarda da aynı şeyleri yaşadık. Üniversite rektörümüz geldi, “Kan bankasında tadilat işimiz var, bu işte yardımcı olur musunuz?” dedi. Bir nevi dekorasyon yapmamızı istiyor… İçime sinmedi, ortaya güzel bir eser çıkmayacaktı. “2 bin metrekarelik yeni bir tesis yapayım siz bana proje sunun” dedim. Şöyle olurdu, böyle olmazdı derken ortaya 8900 metrekarelik bir proje çıktı. Tamamlayıp teslim ettik. Eğitim Fakültesi ihtiyacı doğdu, onu da tamamladık. Daha sonra Enerji Bakanımızın da çok arzu ettiği bir Nano – Teknoloji Merkezi yapmamız istedi, Allah (c.c)’ın yardımıyla onu da bitirdik. Allah (c.c) devlete zeval vermesin, benim yaptırdığım merkezin içerisine devlet 40 trilyonluk makine – teçhizat yatırımı yaptı. Bugün o tesis 12 milyon lira gelir elde ediyor.
Son olarak az evvel bahsettiğim İlaç Araştırma Enstitüsü inşaatına başlamaya karar verdik. İnşallah onu da tamamlayıp yolumuza devam edeceğiz. 36 yaşımda hayır işlerine başladım. Bütün dostlarıma ve meslektaşlarıma tavsiyem; bu tür işler için 60’lı, 70’li yaşları beklemesinler ve cesaretli olsunlar.
. . .
İçerik sadece atıfta bulunularak yayınlanabilir:
Sivas İş Dünyası. Editöryal görüş, yazarın
görüşüne aykırı olabilir.