Darb-ı Mesellerle iş yönetmek…
İş dünyasında atasözleri-9
“Ne kadar başarılı, zeki ve usta olursanız olun, işinizin geleceği çalıştırdığınız insanların elindedir.”
Akio MORITA - Sony’nin kurucusu
İş dünyasında ve hatta daha genel anlamda yaşamımızın her alanında ‘çalışan mutluluğu’ başarı ve huzurun olmazsa olmazıdır. İnsan kendini rahat hissettiği ortamda daha verimli çalışır.
Verimli çalışan insan ortaya çıkan ‘iyi’ sonuçtan bir şekilde faydalanıyorsa daha mutlu olur. Moda deyimle kazan kazan teorisi. İşe giderken ayaklar geri geri giden kişiden verimlilik bekleyemezsiniz. Yine mi iş Bugün de mi? diyorsa çalışan, vay o işletmenin haline.
İnsan heves ve istekle gitmeli işine, işini sevmeli. ‘Bir insana verilmiş en büyük hediye sevdiği bir işte çalışmasıdır’ demiş bir düşünür. Yani çalışanın işini sevmesi şart öncelikle. İşini seven insan eşini de sever. Ee eşi de onu sever, mutlulukta iki kişi arasında başlar zaten. Kaldı ki ‘mutlu’ olmak tüm insanlar için bir ‘hak’ dır. Bu hakkı savunup yaşamın her alanına yaymak mutlu insan ı çoğaltmak da ayrıca bir erdemlilik ve görev dir. Barış dolu dünyaya da yol buradan gider.
Peki işyerinde mutlu çalışan, mutlu insanı nasıl sağlarız? Bir kurumun görev ve hedefleri (bu güzelim Türkçe karşılıklar varken vizyon-misyon diyoruz ya hep) net olmalı ve bu çalışanlar tarafından açıkça anlaşılabilmeli. Ve tabi ki kağıt üzerinde kalmamalı. Çalışan erdemli içeriği olan görev ve hedefleri içselleştirirse binanın harcı karılmış demektir. Bu içselleştirme çalışanın , işverenin yalın, dürüst ve hakkaniyetli olmasını anlamasıyla başlar.
Ardından çalışanın işi sevdirecek o kadar şey sıralanabilir ki Çoğunu işverenlere bırakalım. Onlar bilirler. Ama şu sıcak ve kasvetli günler için bir öneri sunabiliriz; mevsim yaz, günler sıcak, işler fena yoğun.. dünya genelinde sosyal ve siyasi durumlar iç açmıyor, stres, sıkıntı… çalışanları tatile göndermeye ne dersiniz? İnanın bundan bir şey kaybetmezsiniz.. Hatta ücretleri de siz karşılayın, sonuca bakın getirisini iyi analiz edin, şaşıracaksınız. İyi ve çok çalışmış kişiye nefes aldırılmalı, ne güzel demiş eskilerimiz; Yorgunu yokuşa sürme…
Bir de yönetici-işverenlere farklı bir tavsiye; Lao Tsu demiş ki; emretmeden yönetebiliyorsanız lidersiniz.. yeri gelmişken söyleyivereyim dedim. Yazının diğer kısımlarında denk gelmeyebilir…
A chain is only as strong as weakest link
Bir zincir ancak en zayıf halkası kadar güçlüdür..
Çalışana kurumun bir paydaşı olduğu maddi ve manevi anlamda her fırsatta sunulmalıdır. Unutmayın, Çalışanlar sizin için değil sizinle birlikte çalışırlar, birlikte çalıştığınız kişileri umursayın.. Ödüllendirin, yine ne güzel demiş eskiler; Marifet iltifata tabidir… Paylaşmasını bilin, demiş Yunus Emre; Bölünürsek yok oluruz bölüşürsek tok oluruz…
Çalışan sunulan özgürlük alanının da genişletilmesi lazım. Pek çok dünya devi firma mesela, işyerinde giyim kuşam konularında oldukça serbest davranmaktadır. Facebook’un sahibi terlik ve tişört ile işe geliyor. Çalışanlar da öyle. Google da yerlere uzanıp çalışıyor insanlar. Tek tip ve sıkıcı giysiler den , boğucu işyeri kurallarından bir an önce kurtulmak isteyen çalışan mesainin bitmesini dört gözle bekleyecektir.
İşletme yönetiminde insani yaklaşıma bir örnek;
Lee Iacocca , İtalyan bir göçmen ailenin çocuğuydu. Ford ve Chrysler in efsanevi yöneticisi, efsane Mustang in yaratıcısı . Çocukluğunda okulun en başarılı öğrencilerindendi. Fakat, çalışkanlığı ve başarısı hep azınlık olmasının gerisinde kalmıştı. Bunu iş dünyasında tersine çevirmesini bildi Lee Iacocca. Çocukluğunda yaşadığı bu hoşgörüsüzlük nedeniyle insanları ırkları ve milliyetleri ile değil, katkıları ve yetenekleri ile değerlendirmenin önemini kavramıştı. Nitekim Chrysler de göreve başladığına Greenwald isimli bir Yahudi yöneticiyi üst yönetime getirdi.
Yetmiş iki milletin hepsine aynı nazarla bak.
Hacı Bektaş Veli
Lee, yönetim de insani yaklaşım felsevfesini 1978 yılında krizdeki Chrysler firmasına geldiğinde de devam ettiriyor. Önce kendi maaşını yılda 1 dolara indiriyor. Sonra yöneticilere ve çalışanlara yönelerek birlikte kazanacaksak birlikte fedakarlık etmeliyiz düşüncesini aktarıyor. Fabrikada ki Sendika temsilcisini yönetim kurulu toplantısına alıyor. İşçi temsilcilerinin fikirlerini alıyor, dinliyor. Önceki yönetimin en büyük eksikliğinin çalışanlarla temas kurmamak olduğunu tespit ediyor ve bunu yıkıyor; Lee yemeklerini işçilerle yiyor. Her sabah fabrikayı geziyor, makinaların başında kir pas içerisinde işçilerle birlikte oluyor.
İşçilerle fiziksel temas kuruyor, onların elini sıkıyor, hal hatır soruyor. Müthiş hafızasıyla işçilere isimleriyle hitap ediyor , hatta evde ki karısını çocuğunu soruyor, hastası olan varsa ilgileniyor. Elemanlarına umut veriyor, morallerini düzeltiyor. Günübirlik yaşayan bir güruhtan; işini seven, firmasına inanan, hedefleri olan bir takım çıkarıyor. Fabrikaya eski hükümlüleri alıyor, onları hem hayata bağlıyor, mutluluk veriyor, hem verimliliklerini arttırıyor. Sonuç iflas etmiş sıfırı tüketmiş bir yapıdan, 1983 yılına gelindiğinde , ABD hükümetinden aldıkları büyük borçların tamamını ödüyor.
İşletmelerde çalışan ‘çeşitliliği’ bir zenginliktir. Kişilerin yetenekleri, bilgi birikimleri, cinsiyetleri, ırkları, hayat görüşleri ne kadar farklıysa o kadar iyisinizdir. Çünkü farklılıklara tahammül etmek, koşulsuz ve önyargısız kabullenmek, sevmek kişinin erdemini yüceltir. Bu bir yüksek insani algılama yeteneğidir. Bu yetenek ‘ben’ duygusunu öteler, ‘biz’ duygusunu öne çıkartır. Ve biz duygusunda ‘ego’ olmaz, kıskançlık olmaz, yardımlaşma olur, destek çıkma olur… Bu anlayışa sahip çalışanların olduğu işyerlerinde altın kural olan ‘delegasyon sistemi’ de kusursuz işler. Kişiler birbirlerinin yerine – işine severek bakarlar. Tüm bunlar başarılı ve mutlu ‘takım çalışması’ nı getirir.
Bir Afrika atasözü diyor ki; Hızlı gitmek istiyorsanız yalnız gidin, uzağa gitmek istiyorsanız ‘birlikte’ gidin. Birliktelik ve Takım ruhu daha uzağa daha sağlıklı götürür…
Kıssadan Hisse;
Baba, pazar sabahı kalkmış, eline gazetesini almış,haftanın tüm yorgunluğunu çıkartma hevesiyle akşama kadar oturup dinlenmenin düşüncesindeyken oğlu yanına gelerek kendisini parka götürmek için geçen hafta söz verdiğini hatırlatmış.
Evde oturup dinlenmeyi planlayan baba birden okuduğu gazetenin bir sayfasındaki dünya haritası nı görmüş. Haritayı hemen parçalara ayırıp oğluna uzatmış:
- Bu haritayı birleştirirsen hemen parka gidelim, demiş.
Oğlunun bunu yapamayacağını tahmin eden baba derin bir oh çekmiş. Aradan 10 dakika geçmeden çocuk koşarak babasının yanına gelmiş.
- Baba haritayı birleştirdim, dünyayı düzelttim, şimdi parka gidebilir miyiz? demiş.
Adam, önce inanamamış, görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sormuş. Çocuk demiş ki:
- Haritanın arkasında insan resmi vardı. İNSANI DÜZELTİNCE dünya kendiliğinden düzeldi.
Son söz yerine;
Aslında en küçük toplumsal birim olan çekirdek aileden şirketlere, derneklerden devletlere her yerde, dünyanın barış içerisinde ve mutlu yaşaması çok küçük bir ‘şey’ e bağlı; İnsan .. Erdemli insanı yetiştirmek yukarıda sayılı tüm kurumların birinci görevi olmalı. Barış içerisinde bir dünya hayal değil. Hele de bugünlerde bu ‘evrensel duyu’ ya o kadar çok ihtiyacımız var ki. Tarihin en kadim topraklarında insanın insana kıydığı akıl tutulmaları yaşıyoruz maalesef. Ama umutsuzluk yok.. Akıl ve erdemli insan galip gelecektir er geç. Ozan demiş zaten; Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…
Sevgi ve sağlıcakla kalın..