Türkiye, Çelik Sektörünün Stratejik Önemini Dikkate Alıyor
Daha önce yayınlanan değerlendirmelerimizde, Çin’in dünya çelik sektörü üzerindeki tahrip edici etkilerine atıfta bulunularak, Türk çelik sektörünün bu durumdan daha fazla olumsuz yönde etkilenmemesi için acilen atılması gereken adımlara ilişkin beklentilerimiz gündeme getirilmişti. Sektörümüzün içerisinde…
Daha önce yayınlanan değerlendirmelerimizde, Çin’in dünya çelik sektörü üzerindeki tahrip edici etkilerine atıfta bulunularak, Türk çelik sektörünün bu durumdan daha fazla olumsuz yönde etkilenmemesi için acilen atılması gereken adımlara ilişkin beklentilerimiz gündeme getirilmişti.
Sektörümüzün içerisinde olduğu bu ciddi sıkıntıya Ekonomi Bakanlığımızca kayıtsız kalınmadı ve 18 Ekim 2014 tarih ve 29149 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İthalat Rejimi Kararına Ek Kararla beklentilerimiz kısmen de olsa karşılandı. Kararlarla, AB ve STA ülkeleri haricinde kalan ülkelerden yapılan ithalatta;
• Karbonlu filmaşin ithalatına uygulanan gümrük vergileri % 12’den % 30- 40
• Karbonlu inşaat demiri ve çubuk ithalatına uygulanan gümrük vergileri, %15’ten % 30-40
• Bor alaşımlı filmaşin ithalatına uygulanan gümrük vergisi de % 3’ten % 40 seviyesine çıkartılırken, vergiden muaf olan dövülmüş çubuk ithalatına % 30 oranında gümrük vergisi getirildi.
Bu kararların içerisinde önemli bir hususu, Çinli çelik üreticilerinin mevzuatı dolanarak, alaşımlı çelik faslından düşük gümrük vergileri ile ihracat yapmalarının önlenmiş olması teşkil ediyor. Kararın yayımlandığı andan itibaren geçerli olması da, Çin ile olan ticari ilişkilerde daha dikkatli olunması gereğini ortaya koyuyor. Bu yönüyle, Türkiye’nin, diğer sanayi sektörlerine temel girdilerini sağlayan çelik sektörünün stratejik önemini kavradığını ortaya koyan karar, hem Çin’den ithalat yapanlara hem de Çinli çelik ihracatçılarına ciddi mesajlar içeriyor.
Yılın ilk 8 aylık döneminde, Çin’in çelik tüketimi % 0.3 oranında azalırken, üretiminin % 2.6 oranında artmaya devam etmesi, yılsonu itibariyle, Çin’in çelik üretiminde 70 milyon tonun üzerinde bir fazlalık olacağına işaret ediyor. Bu durum, daha şimdiden rakamlarda net bir şekilde görülebiliyor. Ocak-Ağustos döneminde, Çin’in çelik ithalatı yalnızca % 2.3 oranında artışla, 9.9 milyon ton seviyesinde kalırken, çelik ihracatı % 35 oranında artışla, 57 milyon tona, net çelik ihracatı da % 45 oranında artışla, 47 milyon tona ulaşmış bulunuyor. Esasen Çin’in tüketimindeki yavaşlama ile birlikte, çelik ihracatı ve net çelik ihracatının hızla artması da, ortalama % 0.7 oranında kârlılıkla faaliyet gösteren Çinli çelik üreticilerinin piyasaları bozucu uygulamaları karşısında dünya çelik sektörünü alarm durumuna getirmiş bulunuyor.
Çin’de çelik sektörü, ekonomi ve istihdam açısından büyük önem taşıyor. Devlet ve mahalli idareler tarafından yoğun bir şekilde desteklenen Çinli üreticiler, bulundukları şehirlerde, istihdamda büyük bir paya da sahip olduklarından, şehir ekonomisinde ve sosyal hayatında önemli bir yer işgal ediyor. Bu açıdan, yarıya yakın bir kısmı mahalli idarelerin kontrolünde bulunan Çin çelik sektörünün zarar etse dahi çalışmalarını sürdürmek zorunda kaldığı ve zararlarını, kuruluşların başka alanlardaki faaliyetlerinden elde ettikleri kârlar ile finanse etmeyi sürdürdükleri biliniyor. Son zamanlarda, Çin menşeli çelik ürünlerine karşı alınan korunma önlemlerinin, Çin’in çelik ürünlerini ülke ekonomisine yük getirecek şekilde ihraç eden yapısının gözden geçirilmesi ve Çin çelik sektörünün de kendisine yeni bir düzen vermesi açısından önemli uyarı niteliğinde olduğu değerlendiriliyor. Benzer şekilde, son zamanlarda bazı Avrupalı üreticilerin ihraç satışlarında da gerek kalite ve gerekse fiyat açısından rahatsız edici eğilimlerin bulunduğu ve bu durumun son derece dengesiz bir ticari ilişkiye yol açtığı gözleniyor. Bugün geldiğimiz noktada, Ekim ayı içerisinde son olarak, ABD’den, Mısır ve Avustralya’ya kadar geniş bir coğrafyada, çelik sektörüne yönelik ek korunma mekanizmalarının harekete geçirildiği dikkate alındığında, Türkiye’nin dünya çapında yaygınlaşan bu korunma tedbirleri karşısında sessiz kalmayacağı ve kendi çelik sektörünü korumaya özel bir önem atfedeceğinin bilinmesi gerekiyor. Nitekim bu hususun, Ekim ayının başında ABD Ticaret Bakanı Penny Pritzker’ın Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret esnasında, Ekonomi Bakanımız Nihat Zeybekçi’nin, ABD’li Bakana, “ABD’nin anti-damping soruşturmaları ile ilgili olarak attığı her adımın, karşıt önlemlerle dengeleneceği ve ABD’nin uygulamalarına misliyle karşılık verileceği” yönündeki sözlerinde müşahhas ifadesini bulduğu biliniyor. Bu açıklama, son yıllardaki uygulamalar yüzünden sahipsiz olduğu duygusu ile karamsarlığa kapılmış bulunan Türk çelik sektörüne yeni bir heyecan aşılamış bulunuyor.
Türkiye bu konudaki yaklaşımını son olarak, TANAP ihalesinde de net bir şekilde ortaya koymuş bulunuyor. TANAP ihalesinin % 80’ini Türk çelik boru üreticilerinin kazanmış olması, yalnızca çelik boru sektörümüzün gelmiş olduğu noktayı göstermesi açısından değil, ihale karar mercilerinin boru hattının Türk ekonomisine sağlayacağı katkılara ne kadar önem verdiğinin önemli bir göstergesi olarak görülüyor.
Bu noktada, çelik boru üreticilerinin ihale sürecinde gündeme getirdikleri üretilecek borularda yerli sac kullanılacağı yönündeki yaklaşımlarını, ihale sonrasında boru üretiminde ithal ürünlerin de kullanılabileceği şeklinde değiştirme eğilimi göstermeleri, endişe ile karşılanıyor. TANAP ile Türk çelik boru sektörüne tanınan imkânın, ithal sac kullanılarak üretilecek borularla karşılanabileceğinin düşünülmesi dahi, hayret ve üzüntü ile karşılanıyor. Sözkonusu boruların üretiminde, Türk çeliğinin kullanılması, bundan sonraki projeler için de bir iyi niyet testi niteliği taşıyor. Bu yönüyle, konunun marjinal maliyet mülâhazaları ile Türkiye’den yassı çelik tedariğinin kolaylıkla göz ardı edilebileceği bir noktaya taşınması kabul edilemez görünüyor. Esasen ihaleyi kazanan boru üreticilerimizin büyük bir kısmının bu tür bir yaklaşıma tenazzül etmeyecekleri düşünülüyor. Boru üreticilerimizin, bu projede gösterecekleri tavrın, gelecekteki projelere referans olacağı hususunun da unutulmaması gerekiyor. Hiç şüphesiz yerli sac üreticilerine de, bu konuda büyük sorumluluk düşüyor.
Projenin, boru ve çelik sektörlerinin işbirliğinde, “Milli Takım” anlayışı ile yürütülmesine ihtiyaç duyuluyor. Bugün geldiğimiz noktada, dünya çelik sektöründe giderek yerli girdi kullanımı yönündeki eğilimlerde artış gözleniyor. Tüm ülkeler, yurtiçi tüketimlerini, yerli ürünle karşılama konusuna azami özen gösteriyor. ABD ve Kanada gibi gelişmiş ülkeler de bu yöndeki eğilimlerde başı çekiyor. Bu noktada, bir taraftan dünya çelik ithalatındaki sıralamada yükselme eğilimi gösteren Türk çelik sektörünün ithalatının sınırlandırılmasına, diğer taraftan da uluslar arası piyasalardaki rekabet gücünü arttıracak şekilde, üretim maliyetleri üzerindeki yüklerin kaldırması önem taşıyor. Hiçbir ülkede bulunmayan, çevre katkı payı, enerji maliyetleri üzerindeki fonlar gibi yükler artık taşınamaz bir noktaya gelmiş bulunuyor. Sektörle ilgili olmayan problemlerin, sektörün üzerinden çözülmeye çalışılması yönündeki eskimiş anlayışın artık bir tarafa bırakılarak, sektörün rekabet gücünü arttırmasının önündeki engellerin kaldırılması hayati önem taşıyor.