Tembellik ve İş Görmezlik Üzerine
Yazın başı pişenin, kışın aşı pişer. Türk atasözü İş yapma geleneğimizi, genlerimizi irdelediğimizde –girişi güzel yapalım diye-hoş bir ifadeyle söylersek miskinlik halimizin pek yaygın olduğunu görürüz. Biz dinlenmeyi bir amaç olarak görüp işimizi layıkıyla ve zamanında bitirip sonradan keyfini çıkartmayız.…
Yazın başı pişenin, kışın aşı pişer.
Türk atasözü
İş yapma geleneğimizi, genlerimizi irdelediğimizde –girişi güzel yapalım diye-hoş bir ifadeyle söylersek miskinlik halimizin pek yaygın olduğunu görürüz. Biz dinlenmeyi bir amaç olarak görüp işimizi layıkıyla ve zamanında bitirip sonradan keyfini çıkartmayız. Dinlenmek, işten kaytarmak, tembellik bir işi yaparken ‘araç’ tır… İş yapılırken dinlenmek lazımdır (!) İş nasılsa biter.. Sen çalışsan da çalışmasan da iş biter. Ya da senin yerine çalışacak birisi vardır elbette. Bu tembelliği meşrulaştırmak için de öyle güzel bahaneler bulunur ki, şu meşhur ve çok sevdiğim laf ortaya buradan çıkmıştır; ‘’ Nasihat istersen tembele iş buyur! ‘’ . Buyurun, buradan yakabilirsiniz. Peki ‘Sen ağa, ben ağa ; bu ineği kim sağa’ lafını nereye koyacağız.
Bir işyeri sahibi tanıyorum. Bundan 15 yıl önce; gece vardiyasında işlerin çok kötü gittiğini tespit ediyor. O zaman yeni yeni bilinen kamera sistemi kuruyor. Gece vardiyasını seyretmek için. Çalışanların bundavn haberi yok tabi. Sonuç; bana bundan, gece vardiyasındaki çalışanların tembelliğinden işi savsaklamalarından bahsetmesine rağmen, tahminim direk bu sebeple değil belki ama aynı yıl fabrikayı kapattı. Anadolu da bir çiftlik kurmaya gitti.
Bu ‘iş görmez’ tayfamızı kategorize de edebiliriz. Maşallah dilimiz ve geleneğimiz bu tembellik işinin yaygın olduğundan mıdır nedir, oldukça zengin.
İşgüzarlar,
İşgüzar diye bir tanım var mesela. TDK da nasıl yazılmış diye baktım, aynen şunlar yazıyor; 1.sıfat Gereği yokken, genellikle kendini göstermek için işe karışan (kimse) Bu tiplere resmi dairelerde daha çok rastlanıyor. Ama oraya hiç girmeyelim şimdi. Özel sektör buna karşı gardını biraz daha almış durumda. Ama hala patronun kendi çalıştığı bölüme geliş saatlerini takip eden, ona göre gardını alan, ya da birileriyle konuşurken mesela patronun / amirin geldiğini görüp, ama görmemiş gibi yapıp konuyu işe çeviren, talimat veren, şirket menfaatine laflar söyleyen tiplerle karşılaşmıyoruz demek yalan olur. Özel sektörde belki daha azlar, ama varlar. Kabul edelim. Başka örnek; övünçlü bir iş olursa maillere cc ‘ye amirler hatta patron eklenir. Utançlı iş de ‘ kol kırılır, yen içinde kalır (!).. Çalıştığınız yer de birileri mi geldi aklınıza yoksa…
Şut atamayan oyun kurucular!
Kısaca bunlara ‘Oblomov’ da diyebiliriz. Ivan Gonçarov’un 1859 da yazdığı meşhur romanın kahramanı Oblomov hep yeni projeler üzerine düşünür, ama tembelliğinden dolayı bir türlü bunları hayata geçiremez. Oblomov un bu tarzı bir dönem ‘oblomovluk’ diye adlandırıldı. Hala da öyle... Bu oblomovlardan hayatımızda o kadar çok vardır ki (hatta belki bunu okuyan sen ya da yazan ben de bir Oblomovuz). Ya da en azından hayatımızın belli dönemlerinde.. Gerçi bir de Paul Lafargue’nin ‘Tembellik Hakkı’ diye bir kitabı var ama, ona şimdi girmeyelim.. Ama okunmasını salık verelim (!)
Konumuza dönecek olursak, Oblomov bir ‘Şut atamayan oyun kurucu’ dur. Mesela tüm trafik kurallarını bilir, hatta şoförün yanında sürekli uyarır. Ama araba kullanamaz. Bir şekilde bir yere gelmiş makam mevki sahibi olmuş, ama hep konuşmuş, hep proje üretmiş ama kendisi hiçbir şey yapmamış! Yine mi şirketinizde birilerinin ismi geldi aklınıza, hay Allah.. Maalesef bu benim ‘Doğu Tipi’ dediğim yönetişim anlayışının tezahürlerinden biri. Çünkü gelişmiş ülkeler ya da modern batı iş dünyası bu tip kişileri pek barındırmıyor. Biz de de eksik olmuyor çok şükür… Bunların bize faydası da yok değil. Okumuş etmiştir, duyarlılığı gelişmiştir neticede… Buna da ihtiyaç var. Sıkıntı şu; gelişmiş ülkelerde bu iş görmez lerin bildiğini iş görenler de biliyor… Biz de iş gören az okumuştur maalesef. Buradan kalifiye eleman sıkıntısı, meslek liseleri falan bir sürü yerlere gidebiliriz. Konumuz bu değil ... ‘Ağır kazan geç kaynar ‘ demiş atalarımız. Konumuz bu.
Mış gibi yapanlar…
Evet, işte bunlar benim en çok sevdiğim en eğlendiğim tipler. Bunlardan her yerde var, iş dünyası değil sadece. Evde, okulda, sokakta... Yol yaparız, mış gibi yaparız, 3 ay sonra kanalizasyon borusunu koymayı unutmuşuzdur. Asfaltı kırar boruyu döşeriz. Yaşadığım şehirde büyük bir kavşak yapıldı, daha bu yıl. Ama şimdi delik deşik, çünkü 5 yıl önce açıklanan tramvay projesi için alt yapı oluşturuluyor. E tramvayın yapılacağı 5 yıl önce biliniyorsa neden onun altyapısı bu sene kavşak yapılırken düşünülmedi. Çünkü plan yapıyor ‘muş gibi’ yaptık.
Öğrenciler mesela, ödevlerini hep son ana bırakırlar. Sonra panikle yaptığı iş ‘mış gibi’ olur.
Ev alırız mesela. Banyo fayansları kalkar bir zaman sonra. Banyo yapıyor ‘muş gibi’ yapmıştır ustamız. Ya da öyle söylemiştir müteahhit dostumuz.. Hep bir şeyleri erteleme hevesimizden kaynaklanır bunlar. Her şeyi son ana bırakırız. Zaman azaldığı için yapacağımız işi ‘mış gibi’ yaparız. Etkili zaman yönetimi diye bir şeyi hak getire. Hep aceleci, hep erteleyen bir yapımız var. İşin kötüsü son ana bıraktığımız işin sonuçlarını daha da küçümseyerek hiçbir şey yapmamaya kadar gidiyor iş. Bu da alışkanlığa dönüyor. Sonuç: aslında bu işi yapmasak da olur !!!
Bu son ana bırakma hastalığımız çok meşhur maalesef. Gerçi bu ‘dar alanda kısa paslaşma’ yeteneğimizi de artırmış. O son anda ne harikalar y aratıyoruz, bir bilseniz…
Son söz yerine;
Netice itibariyle tembellik ve hımbıllık her talihsiz Türk insanının doğumla birlikte bünyesinde barındırdığı bir hastalıktır.. Oysa ‘Ağustosta gölge kovan, zemheride karnın ovar’ demiş atalarımız ama kim dinlemiş.
Biz şu şunu şiar edinmişiz:
"Bugünün işini yarına bırak; belki yarın yapmak zorunda kalmayabilirsin" 42 Genel Galvanizciler Derneği Tembellik o kadar yavaş hareket eder ki yoksulluk, çok geçmeden ona yetişir...
Benjamin Franklin